TARİH:  22 Ekim 2016
GAZETE/DERGİ: Birgün

Antalya Film Festivali’ni çarşamba akşamından itibaren izlemeye başladım. Salonlar ağzına kadar dolu, bu çok iyi. Fakat yer bulmak da ciddi sorun. Acaba ayrıca basın gösterimleri mi düzenlenmeli? Çünkü insanları bazen de yurtdışından getirtip, film seyrettiremeden göndermek söz konusu olabilir. Halk plajlara hücum ettiğinden vatandaş denize giremiyor gibi bir durum söz konusu (gülümseyen surat).

Tereddüt

Yeşim Ustaoğlu’nun Tereddüt’ü bazı açılardan Araf’la ortak noktalar taşıyor. Ustaoğlu kadın cinselliği, fantazisi ve duyumsallığı üzerine cesurca gitmeye devam ediyor. Bu muhafazakâr zamanlarda “Teredddüt”ün tavizsizliği ilaç gibi geldi doğrusu. Film, birbiriyle yolları kesişen iki kadının hikâyesini anlatıyor. Asıl hikâye Şehnaz’ınki (Funda Eryiğit). Şehnaz, bir psikiyatr ve bir gün Elmas’ın (Ecem Uzun) tedavisini üstlenmesi gerekiyor. Şehnaz, güçlü bir kadın, işi olan, modern biri. Fakat Şehnaz’ın fantazi dünyasında domine eden maço erkek figürü başrolde. Şehnaz’ın, Cem (Mehmet Kurtuluş) adlı sevgilisi böyle biri, sert hatları olan maço biri. Bir anlamda Araf’ta Özcan Deniz’in canlandırdığı kamyon şoförünün entelektüel versiyonu. Fantazi nesnesi olarak çekici ama gerçek hayatta çekilmez olabilen bir tip. Şehnaz’la Cem’in ilişkisinde duygusal ve entelektüel paylaşım çok sınırlı. İlişkileri cinselliğe dayanıyor, uzaktan skype’laşırken de cinsel fantazilerini paylaşıyorlar. Cem yalnızken sanki sadece porno izliyor, Şehnaz onu bu halde gördüğünde bile ilişkilerinde bu bir sorun teşkil etmiyor, çift bunun ardından yeniden sevişebiliyor. Kısacası ilişkide bir denge var ve çiftlerden birini suçlamak manasız. Fakat bu denge Şehnaz’ın meslektaşı bir doktorla daha zengin, daha boyutlu bir ilişki geliştirmesiyle bozuluyor.

Elmas ise bir kadın/çocuk. Küçük yaşta evlendirilmiş, belki babasının tacizine uğramış (filmin ima ettiği ama muğlak bıraktığı noktalardan biri) güçsüz bir genç kadın. Komşu evde oturan kayınvalidesinin de hem hizmetçisi hem de hemşiresi gibi. Kocasıyla sevişmek onun için bir zul, bir eziyet. Seks ona sadece acı veriyor. Ve nihayetinde bir gün Elmas, Şehnaz’ın hastası oluyor. Şehnaz’ı bu noktaya getiren olaylar filmin en dramatik anlarını oluşturuyor ve film Şehnaz’ın hikâyesi olmaktan Elmas’ın hikâyesi olmaya doğru gidiyor. Elmas’ın hikâyesi çok daha dramatik olduğundan, Şehnaz’ın öyküsü etkisizleşiyor. Film bu dramatik gelişmeleri de olabildiğince muğlak bırakmayı seçiyor.

İki kadının öykülerinde ortak bir nokta olduğunu, erkek tahakkümünün farklı boyutlarını yansıttığını düşünenler çoğunlukta gibi. Ben bu görüşe katılmıyorum. Şehnaz’ın hikâyesinde bir tahakküm sözkonusu değil. Bir yanlış bilinçten belki söz edilebilir, belirli bir tip erkeği, sert ve maço erkeği makbul görme konusunda. Ama Şehnaz’ın tahakküm altında olduğunu düşünmüyorum. Tercihi yönünde bir erkekle birlikte olmuş, tercihinin yanlışlığını görünce de başka bir erkekle birlikte olmaya başlamış bir kadın o. Gayet kararlı ve ilişkiyi sündürmüyor. Bu anlamda Şehnaz’la Elmas’ı ortak bir “erkek tahakkümü altında ezilen kadın” ba şlığı altında değerlendirmeyi anlamlı bulmuyorum.

Filmin zaaafı da belki bu, iki kadının hikâyesi birbirine değiyor ama içiçe geçmiyor. Ve Elmas’ın yaşadıkları çok daha sert olduğundan Şehnaz’ın duygusal yolculuğu güme gidiyor. Oyunculuklar genelde çok iyi. Filmin jeneriğinin kesilmesi ise çok ciddi bir sorundu. Ustaoğlu soru-cevap kısmında, jenerikte görmüşsünüzdür, psikiyatrlardan yardım aldım dedi ama jenerik yarıda kesilmiş olduğu için görmemiştik.

Satıcı

Asghar Farhadi (Aşgar değil Asgar okunuyor, asgarinin asgarı, küçük yani) filmi satıcıyı izlerken bunun bir Farhadi filmi olduğunu unutarak izlememizi önerdi ama Satıcı tipik bir Farhadi filmi. Yine ahlaki ikilemler ve sınıf farklılıklarının getirdiği gerilimler filmin odağında. Fakat bu kez Farhadi seyircisinin sinirleriyle fazla oynamış. Gerdikçe geriyor, nerdeyse sinirlerimiz üzerinde zıplıyor. Bana fazla geldi. Tiyatro oyuncusu bir çiftin ilişkisini anlatıyor film. Kadın evde yalnızken saldırıya uğruyor. Evin eski kiracısı bir hayat kadınıymış. Eski müşterilerinden birinin geldiği ve saldırıyı gerçekleştirdiği düşünülüyor. Kadının saldırı anında banyodan yeni çıkmış, bornozuyla oluşu, işe cinsel tacizi de katıyor. Ve bu durum kadının kocasında büyük bir strese yol açıyor. Karısının, dolayısıyla kendisinin namusu leke almış oluyor. Ve adam intikam peşinde koşmaya başlıyor. Tacize uğrayan, ağır yaralanan kadının öyküsü tamamen ikinci plana düşerken, film erkekler arasında geçen bir drama dönüşüyor. Ne çekerse erkekler çekiyor sanki.

Yaşamın Kıyısında

Kenneth Lonergan’ın “Yaşamın Kıyısında”sı ise bir başyapıt. Gerçi ben hep benzer konulu filmlere başyapıt diyorum galiba… Bunun da muhakkak kendi tarihimle alakası var. Bir yas ve suçluluk filmi olan ve yine başyapıt diye niitelendirdiğim “Julieta” gibi “Yaşamın Kıyısında” da bir yas ve suçluluk duygusu filmi. Bu filmin vizyona gireceğini umuyorum. Çocuklarının ölümüne neden olan bir baba, erkek kardeşi ölünce, yeğenine bakmak zorunda kalır. Bu arada ayrıldığı eski karısıyla da yolları yeniden kesişiyor. Hayatta kolay çözümler olmadığını, bazen zamanın tedavi edemediğini, suçluluk duygusunun insanın peşini ömür boyu bırakmayabileceğini anlatan, Casey Affleck’in çok iyi oynadığı bir film Yaşamın Kıyısında (Manchester by the Sea). Gelince kaçırmayın.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com