TARİH:  29 Ekim 2016
GAZETE/DERGİ: Birgün

Almodovar, deyince illa ki aşırılık geliyor insanın aklına. Ya gözyaşı, ya kahkaha ya da bazen ikisini birden bekliyor seyirci. Olmadı, ölümcül tutkular söz konusu olmalı. Julieta’da bu aşırılıkların hiçbiri yok. Julieta son derece kontrollü, son derece ölçülü bir film. Ve belki de bu kadar ölçülü olduğu için, film bittiğinde tanıdığım ilk kişiye sarılmış ağlarken buldum kendimi. Film beni ağlatmaya çalışsaydı bunu muhtemelen başaramayacaktı. Ağlatmaya çalışmadığı için ağlatmayı başardı.

Julieta, aşk, kayıp, suçluluk duygusu, aldatma, annelik ve çocukluk, kısacası hayat üzerine. Filmi Wroclaw’daki, Nowe Horyzonty yani Yeni Ufuklar film festivalinde, Cannes’da yarışan diğer birkaç filmle birlikte izledim. Ne işlevsiz ailelerin ipliğini pazara çıkaran Romen filmleri Mezuniyet (Christian Mungiu) ve Sieranevada (Christi Piu), ne kentsel dönüşüme kahramanca direnen bir kadını anlatan Kleber Filho imzalı “Aquarius”, ne Park Chan Wook’un tarihsel kara film denemesi “Hizmetçi”, ne Dardennelerin “Bilinmeyen Kız”ı, ne Xavier Dolan’ın Grand Prix’yi kazanan filmi “Bu Sadece Dünyanın Sonu” ne de bu yıl Cannes’da eleştirmenlerden Cannes tarihinin en yüksek notunu alan “Toni Erdmann” beni Julieta kadar etkiledi. Julieta kanımca kusursuz bir film. Ne eksiği ne de fazlası var. Ama gelin görün ki “Julieta” Cannes’dan eli boş döndü, hiç ödül alamadı. Sadece öyle olsa neyse. Eleştirmenler de filmi orta karar buldular. Seyirci açısından ise Almodovar’ın İspanya’daki en başarısız filmleri arasına girdi.

“Julieta”, talihsiz bir zamanda vizyona çıktı. Panama belgeleri açıklandığında, Almodovar’ın da adı bu vergi kaçırma skandalında geçiyordu. Almodovar sorumluluğunu üstlendi ama yetmedi. Seyirci Julieta’dan uzak durdu. Gerçi belki skandal olmasa da film çok büyük seyirci rakamlarına ulaşmayacaktı. Sadeliğiyle, tipik Almodovar seyircisini hayal kırıklığına uğratacaktı.

Fantastik bir şey

Almodovar, “Julieta” öncesindeki son filmi “Aklımı Oynatacağım”ı “hafif, çok hafif bir komedi” olarak tanımlamıştı. Film, gişede büyük başarı kazanmıştı. Almodovar, “Julieta” için ise “saf dram” diyor. Hemen ardından da diğer filmlerinin “saf” olmadıklarını söylemek istemediğini, bu filmde kendini daha fazla sınırladığını anlatıyor. Kendi üslubunun alışılagelmiş kimi öğelerini ayıklamış: “Filmimde kimse şarkı söylemiyor, kimse sinema üzerine sohbet etmiyor ve mizah da yok. Provalarda bazen komik bir cümle ortaya çıkıyordu ve bu oyuncuları da rahatlatıyordu. Ama kendimi zorlayarak bunları filme sokmadım. Mizaha yer olmadığına karar verdim. Bu kadar acı bir hikâyeyi anlatmanın en iyi yolunun bu olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, 20. filmimde böyle bir değişiklik yapmış olabilmem bence fantastik bir şey.”

Genç ve yaşlı Julieta

Julieta’nın senaryosunun temelinde Nobel ödüllü Kanadalı yazar Alice Munro’nun 3 öyküsü var. Almodovar başta filmini İngilizce çekmeyi ve başrolü Meryl Streep’e oynatmayı düşünmüş. Meryl Streep, Julieta’nın 3 ayrı yaş dönemini canlandıracakmış. Bu proje gerçekleşmeyince Almodovar filmin mekânını İspanya’ya almaya karar vermiş. Baştan beri çok ısınamadığı makyajla oyuncuyu yaşlandırma ya da gençleştirme fikrinden de vazgeçmiş. Böylece Julieta’nın gençliğini ve yaşlılığını iki farklı oyuncunun Adriana Ugarte (genç Julieta) ve Emma Suarez’in (yaşlı Julieta) oynamasına karar vermiş. Almodovar şimdi bu fikrinin çok doğru olduğunu düşünüyor: “Bir oyuncuyu makyajla yaşlandırmak hiçbir zaman işleyen bir şey değil. Makyaj ne kadar gerçekçi olursa olsun, yaşla gelen bir şey var ki, onu yansıtabilmek mümkün değil. Tecrübenin, yaşamışlığın getirdiklerini makyajla elde edemiyorsunuz.”

Almodovar, filminin özllikle bu dönemi yansıtmak gibi bir iddiasının olmadığını ama dönemin ruh halinin de elbette filmine sızdığını söylüyor. “1980’lerde çok daha farklı bir ruh halimiz vardı. Her şeyin çok daha umutlu, çok daha özgür olduğu zamanlardı. Julieta karakterinin gençliği de o dönemi yansıtıyor. O dönemde genç bir kadın, yeni tanıştığı bir erkekle trende yatmak isterse yatardı. Bugünün gençliği için aynı şeyleri söylemek zor. Adriana Ugarte’ye verdiğim kötü eğitim bu yöndeydi. Yani ona 80’lerin bir genç kadını gibi davranmayı öğrettim.”

Almodovar oyuncularından ayrıca daha içe dönük, daha dingin bir tarz talep etmiş. Komik cümleler olmadığı gibi, gözyaşları, duyguların açık dışavurumu da yok filmde. Almodovar oyuncularından hem döneme, hem de psikolojiye dair kitaplar okumalarını da talep etmiş. Mesela Suarez’den okumasını istediği kitap, yas ve kayıp üzerine Joan Didion’ın “Büyülü Düşünme Yılı” olmuş.

Almodovar filmin kahramanı Julieta gibi kayıplar yaşamış son dönemde. Ama belki de en önemli kayıp, İspanya’nın özgürlüğüne değin olanı. Almodovar ilk dönem filmlerini bugünün İspanyası’nda gerçekleştiremeyeceğini düşünüyor. “Bugün, ‘Katolik duyarlılıklara saygı’ diye yeni bir şeyle karşı karşıyayız. Halkın dini duyguları çok kolay rencide olabiliyor ve büyük bir tepkiyle karşılaşabiliyorsunuz. 80’lerde böyle bir şey yoktu.” Tanıdık geldi mi?

Suçluluk ve öfke

Filmin sırlarını çok açık etmeden konusundan söz etmek de lâzım. Filmin temel teması kayıp ve kayıp karşısında yaşanan duygular diyebilirim. Bu duyguların başında elbette suçluluk ve öfke geliyor. Julieta’nın sevgilisi ve kocası olacak olan Xoan’la yakınlaşmasının arka planında bir kayıp ve suçluluk duygusu var. Ve bu kayıp ve suçluluk duygusu yeni olaylarla da tazelenerek sürüyor. Julieta’nın kızına bıraktığı miras da bu: Suçluluk duygusu. Julieta, babasını Alzheimer’li annesini aldatmakla suçlarken, kendisi de benzer bir şekilde davranıyor aslında. Xoan’la ilk seviştiğinde Xoan evli ve karısı komada. Julieta yine belki farkında olmadan hayatında bir davranış biçimini tekrarlıyor. Xoan’ın birlikte olduğu bir kadın daha var: Ava. Evin hizmetçisi, Julieta’yı bu ilişki konusunda bilgilendiriyor ve uyarıyor daha en başta, ama Julieta dinlemiyor. Julieta, hayatının sonraki döneminde bir erkekle daha birlikte oluyor ve bu erkeğin de daha önce birlikte olduğu kadın Ava. Bunun bir anlamı olsa gerek.

Almodovar, Munro’nun karakterleri hakkında şöyle söylüyor. “Hikâyeleri bitirdiğimde, o karakterleri tanıdığımı sandığımdan çok daha az tanıdığımı fark ediyorum. Bu, benim için iyi bir şey.”

Almodovar’ın Munro’nun hikâyelerine çok da sadık kalmadan perdeye taşıdığı Julieta da böyle biri. Onu, başta tanıdığımızı sandığımızdan çok daha az tanıdığımızı fark ediyoruz film bittiğinde.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com