TARİH: 15 Aralık 2012
GAZETE/DERGİ: Birgün
Üzerine düşündükçe ne kadar sağlam bir temeli olduğu daha iyi anlaşılıyor Tepenin Ardı’nın. Nerdeyse hiç boş laf etmiyor ve göründüğünden daha derin bir yanı da var senaryonun. İyi oynanmış, iyi çekilmiş, sağlam bir film.
Film bir alegori, Kürt sorununun sembolik bir ifadesi. Şöyle: Bir patriyark figürü var. Devleti, egemen ideolojiyi, gücü temsil ediyor, Faik bey! Faik Bey’in bir çiftliği var. Çiftliğinde kavakları, keçileri, kahyası Mehmet ve kahyasının karısı Meryem var. Bir gün Faik’in başarıyla iğdiş etmiş bulunduğu oğlu Nusret oğullarıyla birlikte çıkagelir. Üç kuşaktan erkek bir arada bir süre birlikte takılacaklardır. Faik kafayı tepenin ardındaki Yörüklere takmıştır. Kavaklarını kırıp dökenin Yörük keçileri olduğundan emindir. Oysa olayın sorumlusu en yakınındaki kişidir!
Mehmet’le Faik’in arasında ağa ile köylü arasındaki, zengin ile fakir arasındaki o gergin, o sınıfsal nefretle dolu ilişki vardır. Faik, efendi olmanın gücüyle Mehmet’in karısıyla oynaşır. Belki de, kim bilir…
Nusret, dediğimiz gibi kastre edilmiş, babasından hep nefret edecek ama gölgesinden de çıkamayacak kaybeden bir oğuldur. Bir kadına sahip çıkamayacağının bilincindedir. Babanın kadınındadır gözü zaten. Babanın kadını da Mehmet’in karısıdır bu durumda. Bir ara efkarlanıp Ahmet Haşim’den söylediği şiir çok manidardır: “ Akşam, yine akşam, yine akşam, Göllerde bu dem bir kamış olsam!” Nusret’in kamış olmak yani penis sahibi erkek olmak isteği anında babası Faik tarafından engellenecektir: “Ne kamışı lan!” Nusret babasının gözünde et kesemeyecek kadar beceriksizdir. Kesme işlemi erkeklere aittir. Nusretse… E, o da erkekliğini ispatlamanın bir yolunu bulacaktır elbette.
Nusret’in büyük oğlu Zafer’i iç savaş bitirmiştir. Travmayı her an yaşamaya devam eder, savaştan barışa geçemez Zafer. Küçük oğul Caner ise savaşı oyun sanma aşamasındadır hala. Onun da rekabeti Mehmet’in çoban oğlu Sülü’yledir. Bu büyük aile iççinde herkes herkesi, herkes kendisini aldatır. Ama bu düzenin sürmesi de gerekir. Gerekir ki çiftlik parçalanmasın, babadan oğla geçsin… Tabii o kastre edilmiş oğlun nasıl muktedir olacağı biraz şüpheli ama…
“Tepenin Ardı” bireysel ile toplumsal arasındaki ilişkileri çok sağlam kuruyor, içi boşalmış “ötekileştirme” kavramına içerik veriyor. Yörüklerin Kürtleri sembolize ettiğini söylemeye gerek yok. Reha Özcan, Banu Fotocan ve Tamer Levent çok iyiler, Mehmet Özgür ise bu haftanın oyuncusu kesinlikle (“Bana Bir Soygun Yaz”da da döktürüyor).
Bir sorunum var ama. Ben galiba Brechtçi değilim tam olarak. Biraz özdeşleşebilsem iyi oluyor. Kimi zaman film bu fırsatı veriyor ama çok az. Bu bir tercih, bilinçli bir seçim. Film yanlış yapmıyor. Ama Brecht de sazlı sözlü, danslı oynaşlı kabarelerle anlatmadı mı derdini? Acaba Brechtçiliğin başka açılımları da mümkün mü?
Bu filmin yapımcılarından Seyfi Teoman’ı sevgiyle ve saygıyla anıyorum.