Tarih: Nisan 1991

 Gazete/Dergi: Pamukbank Genç 

Farklı türlerde çalışan ama aynı kültürel çevrenin filmlerini yapan yeni bir yönetmen kuşağı doğuyor ABD’de: ”Siyah yönetmenler”. Bu dalganın başını ”Do the Right Thing” (Doğruyu Seç) adlı filmi geçen yıl İstanbul Film Festivali’nde de gösterilen Spike Lee çekiyor. Lee sayesinde Brooklyn sokaklarının sesini duymuş, havasındaki gerilemi hissetmiş ve rengini görmüştük. Rap müziğinden tanıdığımız siyah öfkenin görsel karşılığı gibiydi ”Doğruyu seç”.

 İlk filmi ”She’s Gotta Have It”i Amerika için komik sayılabilecek bir bütçe olan 175.000 dolara gerçekleştiren Lee, bu filmiyle Cannes’da Gençlik Ödülü’nü kazanmıştı. Sonraki filmleri; ”School Daze” ve ”Do the Right Thing” (Doğruyu Seç)’in başarılarından sonra Lee son filmi ”Mo Better Blues”da 10 milyon dolarlık bir bütçeyle çalışma olanağı buldu.

Genç yönetmen bugün de siyahların yoğun olarak yaşadığı Brooklyn’de oturuyor ve ırk sorunlarıyla aktif olarak ilgileniyor. Reklam filmleri de çeken Lee, başarılarına karşın beyazların dünyasına girmeyi reddetmekle belirli bir tavrın öncülüğünü üstlenmiş durumda.

Robert Townshend da Lee’yle aynı tavrı benimseyenlerden. Townshend iki yıl önce çektiği ilk filmi ”Hollywood Shuffle”da siyah sanatçılarla Hollywood arasındaki ilişkileri ele almıştı. ”Onların aradıkları yalnızca kendilerini satmaya hazır olanlar.” İşsiz bir siyah oyuncunun hayatını anlatan filmin kahramanlarından biri, siyah beyaz ilişkilerini böyle ifade ediyordu.

Townshend, kendi olanaklarıyla gerçekleştirdiği bu filmle büyük bir başarı kazanınca, Hollywood kendisinden nefret eden bu genç yönetmene kapılarını açtı. Townshend şimdi Hollywood’da ikinci filmi ”The Five Heartbeats”i çekiyor.

Lee ve Townshend siyah yönetmenlerin yolunu açan iki önce oldu. Siyahlar böylece, müzikten sonra sinemada da kendilerini kanıtladılar. Artık büyük şirketler genç siyah yönetmenleri kapmak için birbirleriyle yarışıyor. Oysa Hollywood yıllarca sanatçılara kapılarını kapalı tutmuştu. 1927’de ilk sesli film olan ”The Jazz Singer”da siyah bir oyuncunun oynaması gerekirken, başrolü beyaz oyuncu Al Jolson canlandırmıştı. O günlerin tanınan tek siyah yönetmeni Oscar Micheaux, Hollywood’a hiç bulaşmamıştı. Micheaux filmlerinin dağıtımı dahil her şeyini kendisi yapıyordu. O günlerde siyahlar, güney eyaletlerindeki sinemalara yalnızca belirli günlerde girebiliyorlardı ve filmleri bu sinemalara ulaştırmak son derece güç bir işti.

Siyahların film sanayisine girişleri 50’ler ve 60’lardaki ”Medeni Haklar” hareketiyle başladı. Sydney Poitier, ilk siyah başrollere çıkan ve Oscar kazanan (1963) oyuncu oldu. Tümüyle siyahların gerçekleştirdiği ilk filmler 70’lerin başlarında çekildi. Siyah bir dedektifi anlatan ”Shaft” büyük başarı kazanınca, Hollywood benzer konularda ”beyaz” filmler yaptı. Televizyon da siyah kahramanları konu alan diziler yapınca, siyah sinema kısa sürede sona erdi. Bugün Eddie Murphy Hollywood’da büyük bir üne sahip ama yeni siyah sinemaya dahil edilmiyor. Komedyenin beyaz zevkine hitap ettiği düşünüyor.

Towenshend ve Lee dışındaki yeni siyah sinemacılar ve filmleri arasında Reginald Hudlin’in ”House Party”, Charles Burnett’ın ”To Sleep with Anger”ı da var. Burnett siyah folkloru ve mitolojisini anlatıyor, siyah seyircilere siyahların yaşamını gösteriyor. 

Bir başka genç yönetmen Andy James Bond III. James Bond yönetmenin gerçek adı. ”Def by Temptation” adlı filmi korku türünde.

Bu filmlerin birçoğu, 1973’de New York’ta kurulan Black Filmmaker Foundation’ın (Siyah Film Yapımcıları Vakfı) desteğiyle gerçekleşmiş. Vakıf, siyah yönetmenlerin artık Hollywood’da çalışabilmelerine karşın gelecekte bu modadan vazgeçilebileceği korkusuyla varlığını sürdürüyor.

Spike Lee geçmiş kuşakların deneyimlerinden yararlanmış ve şu ilkeyi benimsemiş: ”Hollywood için çalışmak ama bağımsız kalmak.” Kazandığı paraları kendi yapım şirketine (Forty Acres and a Mule) yatırıyor. Lee şu sıralarda yeni filmi ”Jungle Fever” üzerinde çalışıyor. Bu filmde de yine New York’daki ırk ilişkilerini, siyahların perspektifinden anlatıyor. Neden bu tür filmler yaptığı sorusu Lee’yi kızdırıyor. Lee, ”Sanırım bugüne kadar kimsenin aklına Woody Allen’a gidip neden hep New Yorklu Yahudileri anlattığını sormak gelmemiştir” diyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com