TARİH: 1 Mart 2008
GAZETE/DERGİ: Birgün
Öldüren Sis, hiç olmazsa güzel bir başlangıç bölümüne sahip olmasıyla haftanın gördüğüm diğer filmlerinden bir gömlek üstün nitelemesini hak ediyor.
Bir tatil kasabasında güçlü bir fırtına çıkıyor günün birinde. Ressam David Drayton (Thomas Jane) elektrikler kesildiği ve garip bir sis de kente yaklaştığı için süpermarketten erzak tedarik etmenin akıllıca olduğunu düşünüyor. Oğlunu da alıp markete gittiğinde kendisi gibi düşünen bir sürü insanla karşılaşıyor. Derken panik ve yüzü kan içinde bir adam “sisin içinde bir şey var” diyerek dükkâna gelip, içerdekilerin yüreğine korku salıyor. Film bu noktadan sonra çuvallamaya başlıyor çünkü farklı kişilikleri ve ideolojileri temsil eden tipleri bir araya getirerek, insanlık hakkında büyük şeyler söyleyebileceğini sananların sıklıkla kullandığı ilkel bir kalıbın içine giriyor. Dışarıda garip canavarlar kol gezerken süpermarkette cahillerle entelektüeller, siyahîlerle beyazlar, dindarlarla rasyonalistler çatışmaya başlıyor.
Sonuç mu: En çok korkmamız gereken şey korkunun kendisi! Yani kendimizden korkmamız gerekiyor; bu da bizi nereye getiriyor bilemiyorum. Filmin karanlık finali de son derece sevimsiz. Zavallı ahtapot ve örümceklere sinemanın daha uzun yıllar haksızlık etmeyi sürdüreceğini görmek de hoş değil. Herkese bu filmden sonra panzehir olarak Beatles’ın ‘Octopus Garden’ını (Ahtapotun Bahçesi) dinlemesini öneririm.