TARİH:  18 Ocak 2014

GAZETE/DERGİ: Birgün

SEN ŞARKILARINI SÖYLE 

New York’ta evsiz bir sanatçı 

Orijinal adı: Inside Llewyn Davis, Yönetmen: Joel ve Ethan Coen, Oyuncular: Oscar Isaac, Carey Mulligan, Jean Berkey, John Goodman, Garrett Hedlund, Justin Timberlake.

Birkaç ay önce evsiz bir New Yorklu”nun bir dansçı olarak tutunma çabasını izlemiştik “Frances Ha”da, “Sen Şarkılarını Söyle’nin (Inside Llewyn Davis) kahramanı Llewyn Davis (Oscar Isaac), 50 yıl kadar önce, 1961’de New York’ta benzer şeyler yaşıyor.

Baştan söyleyelim: “Sen Şarkılarını Söyle” (SSS) kasvetli, çok ciddi bir olay örgüsü olmayan hatta bir konusunun olduğu bile tartışılır bir film. Filmin kahramanı da çok sempatik biri değil. Niye seyredelim? Seyredelim çünkü bu kadar iyi yapılmış az film var da, ondan. Filmin Cannes’da Grand Prix aldığını ve iki Oscar adaylığının (görüntü yönetimi ve ses miksaji dallarında) da bulunduğunu belirtelim. Oscar adaylıklarının sayısını yetersiz gördüğümüzü de… 

O da züğürt bir evsiz 
Birkaç ay önce evsiz bir New Yorklunun, bir dansçı olarak tutunma çabasını izlemiştik “Frances Ha”da. Frances (Greta Gerwig) dansta yeteneksiz değildi ama bu işten para kazanabilecek kadar da iyi değildi. “Sen Şarkılarını Söyle’nin (Inside Llewyn Davis) kahramanı Llewyn Davis (Oscar Isaac), 50 yıl kadar önce, 1961’de New York’ta benzer şeyler yaşıyor. Llewyn de Frances gibi evsiz, hatta paltosuz derecede yoksul ve Frances gibi sanat yaparak hayatını kazanmaya çalışıyor. Llewyn bir folk şarkıcısı, kendi ifadesiyle “hiçbir zaman yeni olmayan, hiç de eskimeyen” şarkılar söylüyor. İşini çok iyi yapıyor ama yeterince orijinal veya ticari değil şarkıları. Sanatında “özel” olmaması açısından da Frances’e benziyor Llewyn. Ve tabii en önemlisi, o da züğürt bir evsiz. İki kahramanın aşk hayatların da hiç parlak olmadığını eklemek lazım. 

Genç insanların farksız yaşamı 

Amacım bu iki kara komediyi karşılaştırmak değil, sadece dikkatimi çeken benzerliklere sizin de dikkatinizi çekmek istedim. “Sen Şarkılarını Söyle” elli küsur yıl önce geçse de o dönemi çok da anlatmak derdinde değil. Filmde, o dönemin giderek politikleşen folk müzik kültürünü görmüyoruz. Filme ilham veren folkçu Dave van Ronk da Llewyn’den çok farklı bir karakter, bir Troçkist (en azından gençliğinde) ve kendi çapında bir lider. Gerçi filmde de geçerken dokunulan bir tema bu. Bir bürokrat Lleywyn’e “komünist misin, Schachtmancı mısın?” diye soruyor. Schachtman, o dönemin Troçkist kliklerinden birinin lideri(ymiş). Ama Coen kardeşler, 1960’lara değin değil de bugüne, bugünün insanına dair bir şeyler söylüyorlar. “Frances Ha” gibi bugünün politik olarak çok da umutlu olmayan, ekonomik koşulların pençesindeki genç insanlarının aslında o dönemlerde de pek farklı yaşamadıklarını anlatmaya çalışıyorlar. 

Bir kaybedenin öyküsü 
SSS’nin kahramanı Llewyn’i ilk kez dayak yerken görüyoruz. Bir kaybedenin öyküsü bu. Ve film boyunca Llewyn kaybetmeye devam ediyor. Kendisine her zaman kapılarını açan, sanat ve sanatçısever Gorfein çiftinin kendisine emanet ettikleri kediyi kaybediyor. Arkadaşının sevgilisi Jean’a (Carey Mulligan) sığınmaya çalışıyor ama kızı hamile bıraktığı için, Jean’den bir ton azar işitiyor. Daha eski bir sevgilisinin kendisinden habersiz ortak çocuklarını doğurmuş olduğunu öğreniyor tesadüfen. Bir yerlerde bir çocuğu var ama onu belki de hiç göremeyecek. Zaten birlikte müzik yaptığı arkadaşını da kaybetmiş durumda (intihar etmiş) İlk solo albümü hiç satmamış Llewyn’in. Kız kardeşiyle de, artık iletişim kurulamayacak derecede yaşlı babasıyla da arası iyi değil. Son umut Chicago’da şansını denemek istiyor. Eroinman bir cazcı ve onun beatnik şoförüyle yaptığı yolculukta aşağılanmaktan boğulacak hale geliyor. Chicago’daki prodüktör de Llewyn’in müziğinde “çok para” kokusu almıyor. Bir zamanlar yaptığı gemicilik mesleğine de dönemiyor çünkü gemici brövesini kaybetmiş. Zaten gemicilikte babasının efsanesi altında ezilmiş hep. Bütün başarısızlıklarında bariz bir şekilde Llewyn’in de suçu var. Hiç de sempatik biri değil. Llewyn sanat dışında bir hayatı sadece hayatta kalmak, var olmak olarak görüyor. Llewyn’in belki de en büyük sorunu bazı insanlar tarafından değil de herkes tarafından sevilmek istemesi. Mütevazı bir hayat onun için ölüm gibi. Ama çevresindeki insanlar Llewyn’den daha da garipler. 

Coenlerin alameti farikası

Coen’lerin bir alameti farikası varsa, o da zaten bir tür insanat bahçesi tablosu çizmeleri kanımca. İnsanların Coen filmlerindeki karikatürize edilmiş halleri beni çoğunlukla rahatsız da etmişlerdir. Bu fimlde de aynı ruh var ama sanki bu kez hepsini (belki Jean hariç) daha inandırıcı her şeye rağmen sempatik kılabilmişler. Oyunculuklar o kadar iyi ki, karakterler karikatürize edilmiş olsalar bile kanlı canlı karikatürler bunlar. Çelişkili bir şey söylüyorum ama öyle. Oscar Isaac bütün acılaşmışlığı, öfkesi ve hırçınlığına rağmen Llewyn’i sevdiriyor bize. Llewyn şarkı söylemeye başladığında zaten başka birine dönüşüyor, yükseliyor. 

Jim’de Justin Timberlake o kadar iyi ki. Hem çok iyi müzisyen hem de çok iyi bir oyuncu Timberlake. Ama Carey Mulligan ve Oscar Isaac de öyleler. 

Kediler terbiye edilemezler 

Kedinin adının Ulysses olması Llewyn’in yolculuğuyla Odysseus’unki arasında bir paralellik kuruyor. Sonunda yuvasına, Bob Dylan’ın da sahne almaya başladığı folk kulüplerine dönüyor Llewyn. Kedinin filmdeki varlığının temel nedeni bu gönderme midir, bilemedim. Amerikan argosunda ‘cool’ müzisyenlere de ‘cat’ yani kedi denir. Belki Llewyn’in evcilleştirilememesini de anlatıyordur kedi. Ulysses’i birçok farklı kedi canlandırmış. Ulysses’in haylaz olması gereken sahneleri haylaz bir kediye, uslu olması gereken sahneleri uslu bir kediye oynatmışlar. Malum kediler terbiye edilemezler, neyseler odurlar. Özünde vahşi hayvanlardır ama onları sevmeden de edemeyiz. Bir guruldamaları ya da bir şarkı söylemeleri yeter yelkenleri suya indirmemize.

Son bir not da Tuğçe Madayanti Şen’den: Justin Timberlake The 20/20 Experience World Tour kapsamında 26 Mayıs 2014’te İTU Stadyumu’nda konser verecek. Ülkemizde ilk solo konserini gerçekleştirecek olan Timberlake, bu sene geçtiğimiz günlerde Amerikan Müzik Ödülleri’nde ‘Yılın pop/rock erkek sanatçısı’, ‘Erkek soul-R&B sanatçısı’ ve The 20/20 Experience ile ‘Soul-R&B albümü’ ödüllerinin sahibi olmuştu. Madonna’yı saymazsak, dans ve müzikal performans açısından en iyi sahnelerden biri Justin Timberlake’indir. Kaldı ki alt yapısındaki kaliteli müziği dinlemek için bile gidilebilir bir konser olacağı aşikar. Keşke konserin bilet fiyatları öğrencilerin kesesine daha uygun olsaydı. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com