TARİH:  Ocak 2008
GAZETE/DERGİ: Birgün

4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün birçok nedenden ötürü çok iyi bir film. Bir dönemi, bir toplumsal düzeni, çok inandırıcı bir biçimde betimlediği için, en küçük rollerde bile müthiş insan portreleri yakaladığı için, müthiş oyunculukları için, bir gün içinde geçen basit bir öyküden müthiş bir gerilim filmi çıkarttığı için, basit ama çok etkileyici kamera kullanımı için…

 

FIRSAT AÇAN SAÇMA YASAKLAR
Tek kutuplu dünyanın birçok açıdan daha korkunç olduğunu görüyoruz, yaşıyoruz. Eski sosyalist ülkelerde bir zamanlar birçok temel ihtiyacını nasıl karşılayacağını dert etmeyen insanların ne hallere düştüklerini de görüyoruz. Rusya’nın kirli zenginlerinden herkesin haberi var. Ama yine de eskinin özlemini çeken büyük kitleler yok. Aslında garip olması gereken bu durumun, Çavu-şesku’nun Romanya’sı için açıklamasını 4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün’de bulmak mümkün.

1980’lerin Romanya’sında insanların düzene neden ve nasıl yabancılaştıklannı anlamamak için kör olmak lazım ki onlardan da hayatta mevcut. Her devlet memuru küçük bir tepenin kralına dönüşmüş, su başlarını tutanlar iktidarlarını başkalarını aşağılamak ve sömürmek için kullanır hale gelmiş, polis korkusu hayatın her alanına sinmiş, saçma yasaklar kimileri için fırsat alanları açmış vs vs. Bu duruma Türkiye halkı yabancı değildir, 1980’lerin ortamı bizim için de benzerdi, hâlâ da o dönemin anayasası altında yaşıyoruz. Yenisinin de daha parlak olmayacağını kestirmek güç değil ama konuyu dağıtmayalım.

Kürtajın toptan yasak olduğu 8o’ler Romanya’sında hamile bir üniversite öğrencisi kızın ve oda arkadaşının yaşadıklarını anlatıyor film. Hamile kız gayet şaşkın, beceriksiz ve biraz da düşüncesiz biri. Arkadaşı hayatla başa çıkma konusunda çok daha becerikli. Bu kızlar yasadışı kürtaj yapan birini buluyorlar ve zar zor, rüşvet de vererek bir otel odası ayarlıyorlar. Ama kürtajcının tek istediği para değildir. Filmin gerilim unsurunu yok etmemek için konudan çok söz etmemek gerekiyor.

 

FEMİNİST BİR TON
Film öğrenci yurdundan, otele, evde yapılan bir doğum günü kutlamasından, bir düğün eğlencesine ele aldığı her ortamı çok başarılı bir biçimde yansıtıyor. Filmin feminist bir tonu da var. Kadınlar, kürtaj gibi büyük sorunları tek başına çözmek zorunda kalırken hayatlarını tehlikeye atıyorlar. Ve bu süreçte hem sömürülüyor hem de aşağılanıyorlar.

 

DİŞ ÇEKTİRMEYE BENZEMİYOR
Hamile kızın arkadaşı Otilia rolünde Anamaria Ma-rinca hem duyarlı, hem de hayatta kalmayı becerecek yeteneklere sahip bir karakteri son derece başarılı bir şekilde yansıtıyor. Son yılların belki de en iyi oyunculuk performanslarından biri bu.

Filmin adı olan ‘4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün’ün ne anlama geldiğini film bitince anlıyoruz ama filmde bu netlikte hiç geçmiyor. Filmin kürtajcı kahramanının, yani bir anlamda bebek kasabının adı ise Bebe. Filmin en etkileyici sahnelerinden birinde ise gerçek doktorlar eğlenirken, doktor ih-tiyacındaki bir genç kız yapayalnız bir otel odasında yatıyor. Filmin en başarılı yanı ise basit olmayışı. Kürtaj karşıtı olmaktan çok kürtaj yasağı karşıtı ama kürtajın hele hele geç kalmış bir kürtajın ne anlama geldiğini de gayet net gösteriyor. Diş çektirmeye benzemiyor kürtaj olmak. Filmin neden yana olduğu ise çok net: İnsandan, insanilikten yana, buna şüphe yok.

* * *
İyi köylü, kötü kentli
KUSTURİCA’nın en tatsız tutsuz, en kötü filmi ‘Bana Söz Ver’. Acaba bir saf ve bozulmamış Sırp köylülüğü var, bir de Amerika’nın etkisi altına girmiş, ikiz kulelerin bir örneğini Sırbistan’da yapmaya çalışan kötü şehirli Sırplar var mı diyor Kusturica? Şiddet Sırpların ata sporudur, eğlencelidir ve kafayı takmamak gerekir mi diyor? Her ne diyorsa iyi demiyor.

Genç bir köylü yeniyetme dedesi tarafından köye gönderilir. İneği satacak, bir ikona alacak, bir de kendine evlenecek bir kız bulacaktır. Kötü adamlar onu engellemeye çalışır, iyiler korumaya. Kusturica curcunası, kendisiyle en alakasız sinemacılardan Tarkovski’ye de selam vererek kafamızı ütüler. Kötü adamın hadım edilmesini bir ‘Emret Komutanım: Şah Mat’ta görmüştük, bir de şimdi burada. Kusturica’nın iki kere Cannes’ı kazandığı düşünülürse, ‘EKŞM’ye haksızlık etmişiz galiba.

* * *
Özlemin eski tadı yok
BENİM
Aşk Pastam Wong KarWai’nin Amerika’da çektiği ilk filmi ve onun standartlarına alışkın olanlar için yeterince büyülü değil. Ama bu yine de filmin hiç büyüsü olmadığı anlamına gelmiyor. Kar-Wai topuklu kadın ayakkabılarının filan yanı sıra ve de aslen bir an fetişisti. Filmin afişinde gördüğümüz öpüşme anı mesela, denebilir ki bütün filmin yegâne varlık nedeni. Kahramanlarının bu öpüşme anına geri dönme çabasını anlatıyor ‘Benim Aşk Pastam’. Üstelik bu öpüşmenin kadın tarafı, öpüştüğünün ya da öpüldüğünün farkında bile olmuyor yaşarken. Bu ana geri dönme çabası uğrunda başa gelenler, tanık olunanlar, tanışılan ilginç (tartışılır) karakterler aslında sadece dolgu malzemeleri. Onları çıkarıp yerine farklı hikâyeler de konulabilir. Bu an güzel mi, büyüleyici mi derseniz, bence evet ama filmi eleştirenler de toptan haksız değil, özlemin eski tadı yok. Yine de aşk havasındaysanız, Benim Aşk Pastam kalburüstü bir seçenek. Tamam yüzeysel falan ama yine de bir ‘an’ı, güzel görüntüleri ve güzel müzikleri var. Keşke oyunculuklar ve diyaloglar da daha iyi olsaydı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com