TARİH: 18 Nisan 2015
GAZETE/DERGİ:Birgün
TOPRAĞIN TUZU
Öncelikle Toprağın Tuzu’nun yanlış bir çeviri olduğunu belirteyim. Toprağın tuzu “Matta’ya Göre İncil”den kaynaklanan, İsa’nın balıkçı ve köylülere hitaben söylediği ve “Siz bu toprağın efendilerisiniz” gibi bir anlamı olan bir terim. Ama evet, kelimesi kelimesine çevirirseniz, “toprağın tuzu”, “salt of the earth”ün doğru karşılığı. Ne yazık ki Türkçe’de bir anlam ifade etmiyor. Miyazaki’nin “Spirited Away”i de “Ruhların Kaçışı” gibi anlamsız bir çeviriyle oynamıştı. Oysa “Spirited Away”in “toz olup gitmek” gibi bir anlamı vardı.
Wim Wenders bir süredir, kurmaca filmlerden çok belgeselleriyle daha çok dikkat çekiyor. Wenders’in asıl parlak dönemi 70’ler ve 80’lerde kaldı. Ama yönetmen yine de çoğu biyografik olan belgeselleriyle adını unutturmamayı başarıyor. ‘Toprağın Tuzu’ da biyografik bir belgesel. Brezilyalı fotoğrafçı Sebastiao Salgado’nun hayatını ve eserlerini anlatıyor. Salgado bir süre Fransa’da ekonomist olarak çalışmış, sonra fotoğrafçı olmaya karar vermiş. Brezilya altın madenlerinde çektiği fotoğraflarla ünlenmiş. Bu fotoğraflar Salgado’nun hala en bilinen çalışmaları. Sırf bu madenlerin fotoğraflarını görmek için bile ‘Toprağın Tuzu’na gidilir. Devasa bir çukurda binlerce insanın harıl harıl çalıştığı bu madenler akla cehennemden, Babil Kulesi’ne ve Mısır piramitlerine kadar başka benzeri olmayan hayali ve gerçek mekanları akla getiriyor.
Salgado varlıklı bir çiftlik sahibinin oğlu olarak ormanlık bir bölgede büyümüş. Babası, galiba, 8 çocuğunu eğitirken ormanı, keresteye dönüştürüp satmış. Gerçi filmde ormanın yok oluşu kuraklığa bağlanıyor ama babanın kereste ticareti yaptığı bilgisi de arada geçiyor. Salgado, dünyanın sorunlu birçok bölgesinde dolaşıp, açlığın ve savaşın dehşetini fotoğrafladıktan sonra insanlıktan umudunu kesip, baba ocağına dönüyor ama yine boş durmuyor. Hayvanların ve modernitenin nimetlerinden uzak kalmış ilkel kabilelerin fotoğraflarını çekerek fotoğrafçılığı sürdürüyor. Ve eşi Lelia’nın da büyük katkılarıyla çölleşmiş araziyi yeniden ormanlaştırarak hayatına yeni bir anlam buluyor.
‘Toprağın Tuzu’ yüzeyde seyreden bir film. Savaş fotoğrafçılığı üzerine mesela Susan Sontag’ın başlattığı tartışmalara hiç girmiyor. “Bu fotoğrafların işlevi nedir” sorusunu sormuyor. Ben fotoğrafçılığı, avcılığa benzetirim. Görüntü avcılığının, hayvan avlamaya benzer bir yanı var sanki. O anı ele geçirmek, o ana sahip olmak gibi… Filmin bu gibi sorularla işi yok.
Keza Sebastiao’nun hep evden uzakta oluşunun baba-oğul arasında nasıl bir etkisi olduğu da tartışılmıyor. Ya da bu ayrılıkların, karı-koca arasındaki etkisi sanki hiç yokmuş hissi ediniyoruz. Oysa Sebastiao’nun hem karısı hem de oğlunun filmde önemli yeri var. Hatta oğul Salgado, filmin eş-yönetmeni ama herkes gibi ben de bunu bir Wenders filmi olarak görüyorum. Film bize ne dünyanın düzeni ne de perdede gördüğümüz kişiler hakkında yeni sorular sordurmuyor. Yine de gördüğümüz fotoğrafların etkileyiciliği filmi seyredilmeye değer kılıyor.