TARİH:  6 Aralık 2008
GAZETE/DERGİ: Birgün

Osmanlı Cumhuriyeti filminin derdi daha çok ulusalcılığa tekabül eden bir mesaj vermek. Sosyalist olmadan anti-emperyalist olduğu için milliyetçi düşünceden çok da farkı olmayan bir mesaj bu…

Bir ülke düşünün ki, bağımsızlığına kavuşması tek bir kişiye bağlı olsun. O kişi olmadığı taktirde başka bir ülkenin sömürgesi konumuna girsin. O ülke bağımsızlığı hak etmiş sayılır mı? Bize öğretilen tarih her şeyimizi Mustafa Kemal’e borçlu olduğumuzu vaz ediyor. Onun vizyonu, iradesi, mücadelesi, komutanlığı sayesinde oldu ne olduysa. O olmasaydı her şey ama her şey başka türlü olacaktı. Tarih dediğimiz üç beş adamın at oynattığı bir arena olsaydı bu anlayış doğru olurdu. Bu garip ama egemen tarih anlayışından ‘Mustafa’ nasibini almıştı, şimdi sırada ‘Osmanlı Cumhuriyeti’ var.

Osmanlı Cumhuriyeti, Atatürk 8 yaşındayken ağaçtan düşüp ölseydi fikrinden yola çıkıp karamsar bir tablo çizmiş. Bir tür distopya yani. Osmanlı Cumhuriyeti denilen bu yeni ülkede hâlâ göstermelik bir sultan var ama yetkiler elinde değil. Ülkeyi asıl yönetenler Amerikalılar yani tarih kitaplarında ezberlediğimiz ama ne demek olduğunu bilmediğimiz Amerikan mandası gerçekleşmiş. Osmanlı’ya İstanbul’dan Ankara’ya uzanan küçük bir ülke kalmış. Güney illerinde Fransızlar egemen. Kürtler de Osmanlı egemenliğinin dışında kalmış. AB ve ABD kozlarını paylaşıyorlar. Bir yandan da Ankara’nın kahvelerinden birinde kendilerine direnişçi diyen birileri var. Onların derdi padişahı yanlarına çekip bir bağımsızlık mücadelesi vermek.

NE PADİŞAHTAN VAZGEÇİYOR NE DE…

Konu gördüğünüz gibi gayet ciddi ve Türkiye’de yaşanan kaygılara tekabül ediyor. Anti-emperyalizmi ‘ırkçılık-yabancı düşmanlığı-kısacası faşizm’ olarak okuyanlardan değilim. Emperyalizm geçerliliğini ne yazık ki koruyor. Ama bu filmin hem emperyalistleri (ve emperyalizmi) hem de anti-emperyalistleri o kadar kalın çizgilerle çizilmiş ki bir komedi filmi için bile fazla kaba saba. Osmanlı hâlâ kodumu oturtuyor ama ne yazık ki tüfek icat olmuş. AB’ye girelim diye Heybeliada’yı vermeye hazır bir parlamento var. Yani sorun ne: Bir Atatürk olmayışı! O gün olmasaydı böyle olurdu, bugün olmadığı için böyle oluyor. Tabii ki bu bir fantezi ve yazar/yönetmen böyle olacağını iddia ediyor demek saçma olur. Ama sonuçta hizmet ettiği, beslediği bir şey var bu fantezinin, o da tek adam ya da ‘kahraman’ miti. Bu tek adam miti dikatatörlüklere de kapıyı sonuna kadar açıyor. Film ne padişahtan ne de Atatürk’ten vazgeçerek, en tepedekiler iyidir ama altta bir takım çürük elmalar ihanet ederler klişesini de yeniden önümüze sürüyor. Liderlere toz konarsa bütün bakış açısı çökebilir çünkü.

Filmin künyesinde Ata Demirer ve Gani Müjde adlarını görünce ya da afişe bakınca, bir komedi ile karşı karşıya olduğunuzu sanıyorsunuz ama film güldürmek için pek az çaba harcıyor. Filmin derdi daha çok ulusalcılığa tekabül eden bir mesaj vermek. Sosyalist olmadan anti-emperyalist olduğu için milliyetçilikten çok farkı olmayan bir mesaj bu.

Kısacası Vildan Atasever’in güzelliği dışında filmde hoş bir şey pek yok. (Bu arada göbekli olmak hakikaten insanı ‘sevimli ve karizmatik’ gösteriyor mu?)

Atatürk yaşasaydı da iyi bir senaryo yazsaydı keşke Gani Müjde’ye. Aah, ah…

Osmanlı Cumhuriyeti

Yönetmen: Gani Müjde Oyuncular: Ata Demirer, Vildan Atasever, Ruhsar Öcal, Atilla Olgaç, Sümer Tilmaç Türü: Komedi, Tarihi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com