TARİH: 7 Temmuz 2012
GAZETE/DERGİ: Birgün
Peki Şimdi Nereye?
Nadine Labaki’nin adını Karamel (2008) adlı filmiyle tanımıştık. Lübnanlı yönetmen, bir arkadaşıyla birlikte yazdığı filmde başrollerden birini de üstlenmişti. On parmağında on marifet olan Labaki daha ilk filmiyle Cannes’da boy göstermiş ve çok da beğenilmişti (her açıdan beğenilmişti çünkü Labaki çok da çekici bir kadın). “Karamel” ki bu sözcük filmde aslında bildiğimiz ağda için kullanılıyor, Lübnanlı bir grup kadının aşklarını anlatıyordu. Kadınlar bir güzellik salonunda çalışıyor ya da buluşuyorlardı. Filmin, Lübnan deyince akla ilk gelen şey olan “savaş”la hiç alakası yoktu. Ortadoğu’da savaş dışında da bir hayat var! “Karamel” bunu göstermesi açısından da ferahlatıcıydı doğrusu.
“Peki Şimdi Nereye?” aynı hafifliği, tazeliği ve kadın bakış açısını dinsel fay hatlarına taşımak istemiş. Bu kez ne yazık ki Labaki o kadar başarılı değil. Film küçük bir köyde geçiyor. Köyün hangi ülkede olduğu belli değil. Zaten film daha ilk sahnesiyle gerçekçilikle çok da işi olmadığını ilan ediyor. Bu ilk sahnede bir grup kadını bir tür ‘yas’ dansı yaparak yürürken görüyoruz. Sonra köy ahalisini tanıyoruz. Köyde iki dinin mensupları bir arada yaşıyor: Hıristiyanlar ve Müslümanlar. Yılmaz Erdoğan’ın “Vizontele”sini fazlasıyla andıran ilk sahnelerde köye televizyonun gelişini ve ilk gösterimleri izliyoruz. Fakat televizyonla birlikte, ülkedeki çatışmalardan da haberler gelmeye başlıyor. Kadınlar erkeklerin çatışma haberlerinden etkilenmemesi için televizyonun kablolarını gizlice koparıyorlar ve yayını engelliyorlar (akla yine Vizontele’de kötü haber getiren televizyonun gömülmesi geliyor). Köyün erkekleri ise her an parlamaya hazırlar. Kiliseye ve camiye gelen her hasardan derhal diğer taraf sorumlu tutuluyor. Oysa ne köyün imamı ne de rahibi çatışmadan yana. İki din adamı da barış için ellerinden geleni yapıyorlar. Kadınlar zaten başından beri barıştan yanalar. Kadınlar hatta köye Ukraynalı dansçı kızlar getiriyorlar ki köyün erkeklerinin dikkati dağılsın ve savaşmayı düşünmesinler.
Fakat yine de ülkede yaşanan trajedi köye de yansıyor. Kadınlar yine de erkeklerin savaşmasını engellemeyi başarabilecekler mi sorusunun cevabı, filmde.
Labaki bu filmde ağır bir konuyu hafif ve feministten çok feminen bir yaklaşımla ele almış. Gerçekçi olmasa da gerçek sorunlardan, dinsel çatışmalardan söz ediyor film. Bunu yaparken de Lübnan’daki iç savaşı nerdeyse tek bir nedene indirgiyor: Erkeklerin testosteron hormonuna! Erkek varsa savaş var yani. Filmdeki kadınların tümü ise ‘kan kusup kızılcık şerbeti içtim’ diyen türden. Barış için yapmayacakları yok. Oldukça zorlama bu bakış açısı sonuçta yürümüyor. Labaki ya hafif konularına geri dönmeli ya da ufkunu biraz açmalı.