TARİH: 17 Şubat 2007
GAZETE/DERGİ: Birgün
Metafor yağmuru
Orijinal Adı: Perfume: The Story of a Murderer Yönetmen: Tom Tykwer Oyuncular: Ben Whishaw, Dustin Hoffman, Alan Rickman Türü: Suç · Dram Ülke: Almanya, Fransa, İspanya
Koku bir meteor yağmuru izlemek kadar keyifli değil; bu filmi izleme deneyimi daha çok bir metafor sağanağına tutulmuşluk hissi veriyor. Sorun da burada, ne neyin metaforu, bütün bu hikâye ne anlatıyor, filmin derdi ne gibi sorulara belki sizin cevaplarınız olacaktır ama ben kendimi tatmin edici cevaplar bulamadım.
Arka arkaya iki seri katilin hikâyesi gösterime girdi. İkisinin de ortak bir noktası var. Katiller en temel iki duyunun tutkunuydu: Hannibal Lecter ‘tat’ın, ‘Koku’nun kahramanı ise filmin adından belli zaten, ‘koku’nun; daha özelde insan tadı ve kokusunun. Kapitalizm bireyi tüketiciye indirgerken, bu kahramanlar insanı tüketimin nesnesine dönüştürerek belki de madalyonun öbür yüzünü gösteriyorlar bize. Ya da en temel hayvani korkularımıza sesleniyorlar.
‘Bu filmde insan kokusu yok’
‘Koku’nun kahramanı Jean-Baptiste Grenouille (Ben Whishaw) 17. yüzyılda Fransa’da kelimenin tam anlamıyla pisliğin içine doğuyor. Onu terk eden annesi, sonradan terk edecek olan diğerleri gibi, derhal ölüyor. Neden? Kendinizi düşünmeye zorlarsanız bir cevap bulursunuz ama mesele de tam burada, film bu düşünme, anlama çabasını uyarıyor mu? Bence hayır.
Jean-Baptiste’in iki özelliği var. Birincisi kendi kokusu yok, ikincisi olağanüstü bir koku alma ve belleğine nakşetme yeteneği var. Kokuyu ruh olarak da okuyabilirsiniz. Kahramanımız, kendi ruhu olmayan ama şeylerin ve insanların özünü ruhunu okuyabilen biri. Başlangıçta seçici olmayan bir koku koleksiyoncusuyken (‘Wyler’in Korkunç Koleksiyoncusu’ da akla geliyor), okuduğuna sahip olma sorunuyla karşı karşıya kalıyor güzel bir kızla karşılaşınca.
İstemeden kızı öldürmesi ve onun kokusunu muhafaza edememesi üzerine bir parfümcünün (Dustin Hoffman) yanında mesleğin sırlarını öğrenme çabasına giriyor. Parfümcünün anlattığı, eski Mısır’da bulunan ve insanları büyüleyen ama içeriğindeki 13. öz anlaşılamayan bir kokuya dair hikâyeden etkileniyor.
Jean-Baptiste ustasından aldığı bonservisle parfüm üretiminin merkezi Grasse’a gidip kadın kokuları koleksiyonunu oluşturmaya başlıyor. Jean-Baptiste bir tür sanatçı mı, temsil ettiği bu mu? Yoksa, insanların üzerinde müthiş bir büyüleyici gücü olan bir tür politik diktatörü mü temsil ediyor? Ürettiği kokunun kitleler üzerindeki aşka getirici ya da iştah kabartıcı etkisi neyi temsil ediyor? Cevap üretilebilir elbette…
Evet, film büyük şeylerden söz ediyor ama seyircisine ele aldığı kahramanını anlamak istemesi için bir motivasyon veremiyor. Onun sevememesi ya da gerçek anlamda sevilemeyeceğini düşünmesi oldukça acıklı bir durum ama bunu hissedemiyoruz. Dolayısıyla da film işaret ettikleriyle kalıyor. Sorun galiba şurada: Bu filmde insan kokusu yok!