SIĞINAK
Akıl hastalıklarıyla sistemleri özdeşleştirmek yanlış. Kapitalizm şizofreniye neden olur denemez. Ya da sosyalizm paranoyaklaştırır denemeyeceği gibi. Akıl ya da ruh hastalıklarının izini tarih boyunca sürmek mümkün. Ama değişen sosyal gerçekliğin, bireyin ruh sağlığını etkilemeyeceği de söylenemez. Sosyal yaratıklarız ve çevremizde olan bitenler bizi etkiler.

Başlığa bakıp Deleuze ve Guattari’ye ilişkin bir şeyler söyleyeceğim sanılmasın. Kendilerini sonuna kadar okuyup, anlamayı başaramadım; anladığım kadarına da katılmadım. Konumuz genç ve bağımsız Amerikalı yönetmen Jeff Nichols’un son derece saygıya değer bulduğum filmi “Sığınak” ile sınırlı. Nichols bu ikinci filminde kolay ve doğrusal ilişkiler kurmadan sosyo-ekonomik gerçeklikle, bireysel ruhsal gerçeklik arasında bazı bağlar olabileceğine dair ipuçları  veriyor. Yönetmenin sezgileri bana doğru geliyor.

KAPİTALİZM EMEKÇİLER İÇİN ÇOK DAHA GÜVENCESİZ

Akıl hastalıklarıyla sistemleri özdeşleştirmek yanlış. Kapitalizm şizofreniye neden olur denemez. Ya da sosyalizm paranoyaklaştırır denemeyeceği gibi. Akıl ya da ruh hastalıklarının izini tarih boyunca sürmek mümkün. Ama değişen sosyal gerçekliğin, bireyin ruh sağlığını etkilemeyeceği de söylenemez. Sosyal yaratıklarız ve çevremizde olan bitenler bizi etkiler. Ki kriz anlarında çevremizde olan bitenler doğrudan doğruya varlığımız tehdit eder hale gelebilir. Kapitalizmin içinde yaşadığımız son büyük krizi, hayatı herkes için ama özellikle de emekçiler için çok daha güvencesiz, çok daha dengesiz bir hale getirdi. “Sığınak”ın kahramanı Curtis otuzlu yaşlarının sonunda, genç bir baba, iyi bir eş. Curtis arazide çalışan bir mavi yakalı, ustabaşı. Yaşam standardı muadili Türklerle kıyaslanamayacak kadar iyi. Ama yine de Curtis ve ailesi çok rahat değiller. Çekirdek bir aile söz konusu olan, karı, koca ve küçük kızlarından oluşan. Küçük kız sağır. Neyse ki, Curtis’in çalıştığı işyerinin sağladığı sigorta, benzerlerine göre çok iyi ve kızın kulağına bir işitme cihazı yerleştirilmesini karşılayacak, eğer Curtis işinde kalmayı başarırsa. Yine de sigortanın istediği katkı payları, Curtis’in bütçesini sarsacak boyutta yüksek. Curtis’in eşi Samantha ise aile bütçesine yaptığı oya işleriyle katkıda bulunuyor. Samantha’nın en büyük hayali, bir yazlık alabilecek kadar para biriktirmek.

‘HAYAT AĞACI’NDAKİ GİBİ İŞLER HİÇ DE İYİ GİTMİYOR
Fakat iş arkadaşı Dewart’ın sözleriyle “iyi bir hayatı olan” Curtis için işler hiç de iyi gitmiyor. Curtis’in hayatında şöyle bir dokunulup geçilen önemli bir nokta var. Curtis yakın zamanda babasını kaybetmiş. Otoriteyi simgeleyen babanın ölümü, erkek çocuğunda saldırgan dürtülerin denetimsiz kalmasına yol açabilir. Bunun iyi bir örneğini Terrence Malick’in Altın Palmiyeli filmi “Hayat Ağacı”nda vardı. Baba ölmüyordu ama uzun bir yolculuğa çıkıyordu. Babanın otoritesinin yokluğunda üç erkek çocuk tam anlamıyla terör estiriyorlardı. Evlerin camlarını kırıyor, annelerini fallik bir nesne olan kertenkeleyle banyoya kovalıyorlardı. Anneye yönelik bu cinsel saldırganlık sonunda, oğullardan Jack’in komşu kadının evine izinsiz girmesi, onun annesininkiyle benzer inci kolyesini görmesi ve geceliğine (muhtemelen) boşalmasıyla zirvesine ulaşıyordu. Ardından da Jack, suçluluk duygularına kapılıyordu. “Sığınak”ın Curtis’i tabii ki Jack’ten çok daha yaşlı ama Curtis’in yaşadıklarında Jack’le benzer bir yan var. Curtis, korkunç kâbuslar görüyor geceleri. Bu kâbuslarda, şiddet var. Şiddet kimi zaman evin köpeğinden, kimi zaman bilinmeyen insanlardan, kimi zaman eşi Samantha’dan kaynaklanıyor. Curtis kendisini saldırgan gibi görmüyor ama Curtis aslında kendi şiddetinden, kendisinin ailesine zarar vermesinden korkuyor. Neden? Bir nedeni, otorite figürü olan babasının hayatından çıkmış olması. Bir nedeni de Curtis’in işlevsel bir aileden gelmemesi. Curtis daha 10 yaşındayken annesi tarafından terk edilmiş. Çünkü annesi akıl sağlığını yitirmiş ve sadece çocuğunu değil, her şeyi bırakmış, nihayetinde de akıl hastanesine yatırılmış bir şizofren. Curtis kendisini bir otomobilin içinde bırakıp gidememiş annesini hiç affedememiş olabilir. Curtis’in sağlıklı bir adam olarak büyüyememiş olması için çok neden var. Tabii ki şizofreninin kalıtımsal olma ihtimali de var. Yani Curtis şizofrenleşmeye başlamış olabilir ve rüyaları bundan kaynaklanıyor belki de. Ve tabii bir etken daha var. Kapitalizmin krizi! Curtis’in bir abisi var ve bir aşamada şunu söylüyor: “Bir an tedbirsiz davransan, boku yersin bu zamanda!”. Curtis gündüz ve gece düşlerinde fırtınalar görmeye başlıyor bir de. Korkunç bir fırtına yaklaşıyor Curtis’e göre. Sadece bu da değil, kuşlar garip sürüler oluşturuyor, saldırgan davranıyorlar. Ve Curtis, kendi bütçesi için çok büyük bir kredi alarak evinin bahçesine yeni bir sığınak yaptırıyor. İşyerine ait iş makinelerini izinsiz bir şekilde kullanıyor. Çevresindeki herkesi kendisine yabancılaştırıyor Curtis. Curtis’in durumunu iyice acılı hale getiren bir şey var. Curtis davranışlarının anormalliğinin farkında ve büyük bir utanç duyuyor. Ama yine de kendisini değiştiremiyor. Bir psikiyatra gidecek parası ise yok. Neo-liberal kapitalist sistemde hayat böyle işte. Paran yoksa, sağlık da yok. Kızının kulak emplantının yerleştirilmesi de sigortasız kalınca imkânsızlaşıyor.
“Sığınak” sanki şu bildik sözü söyleyerek bitiyor: “Paranoyak olmanız, takip edilmediğiniz anlamına gelmez!” Curtis’in ruhsal dengelerinin zaten sallantıda olması yaşadığı dünyanın tehlikelerle dolu olmadığı anlamına gelmemesi gibi. “Sığınak” bir başyapıt değil ve biraz uzatıyor hatta. Fakat ben bu çabaya çok değer veriyorum. Umarım siz de seyreder ve fikrimi paylaşırsınız.

Son not oyunculuklara ilişkin Michale Shannon Curtis’te çok iyi, bu yazıda adı geçen diğer film olan “Hayat Ağacı”nın da oyuncusu Jessica Chastain, Samantha’da gayet iyi.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com