TARİH:  18 Kasım 2006

GAZETE/DERGİ: Birgün

Karanlığın yüreğine yolculuk 

Yönetmen: Zeki Demirkubuz Oyuncular: Ufuk Bayraktar, Vildan Atasever, Müge Ulusoy Türü: Dram Ülke: Türkiye 

‘Kader’ filmi, karakterlerini ve seyircisini çok karanlık bir yerde, ‘pusulasız’ bırakıyor. 

Bekir (Ufuk Bayraktar), Uğur’u (Vildan Atasever) gördüğünde uykuyla uyanıklık arasındadır. Mantığın, henüz duygular üzerinde baskısını tam olarak inşa edememiş olduğu bir anda yasadığı bu karşılaşma, Bekir’in hayatının geri kalanını belirleyecektir. Uğur, Bekir’in zihninde mantığın toplumsal kaygıların etki edemediği bir yere yerleşir. Bekir, Uğur’a aşık olmuştur. Bu Uğur’un hem istediği hem istemediği bir şeydir. Uğur, belki can sıkıntısından, belki de sadece kendi egosunu tatmin etmek için Bekir’i baştan çıkarırken geleceğe yönelik bir beklenti içinde değildir. Onun zaten aşık olduğu birisi vardır: Hapisteki Zagor. 

‘Kader’ epik bir aşk öyküsü ama sonunda sevgililerin kavuştuğu, aşkın kişiyi yücelttiği türden bir aşk öyküsü değil. Aşağı inen bir sarmal gibi, bir girdap gibi kahramanlarını karanlığa çeken bir aşk öyküsü anlatıyor ‘Kader’. Bekir açıkça çıkarlarına aykırı, mantıksız bir biçimde davranır. Tek o değildir mantıksız davranan. Aşık olduğu kadın da benzer bir biçimde sevdiği adamın peşinde diyar diyar dolaşır, Bekir de peşlerinden sürüklenir. Herkes birbirine acı çektirir, birbirinin ve başkalarının hayatını mahveder. Kötünün gücü karşısında iyi başını kaldıracak fırsat bile bulamaz. Ama iyi nedir ki? Kim diyebilir ki insan her zaman çıkarları doğrultusunda rasyonel bir biçimde davranır? Bu yok edici aşkın alternatifinde de sıkıcı evlilikler, para kazanmak için yapılan bunaltıcı işler ve herkesin herkesi düzdüğü bir dünya vardır. 

Konuya geri dönelim. Zagor, hapisten çıkınca Uğur’un annesinin sevgilisi Cevat’ı öldürür. Cevat küçük bir çocuğa karşı yapılan haksızlığa karşı çıkarken kendi haksızca davranır, Zagor bu haksızlığa karşı çıkarken haksız davrananı, hak ettiğiyle orantısız, kabul edilemeyecek bir şiddetle cezalandırır. İyi niyetlerle başlanılan her eylem sonunda başlangıçtaki noktadan daha kötü bir yere varılmasına yol açar. Bu cinayetin ardından Uğur ve Zagor İzmir’e kaçar. Zagor yeni cinayetler işleyip tutuklanır. Uğur yine Bekir’in uykusunda çıkagelir ve ondan yardım ister. Artık evli birisi olmasına rağmen Bekir, hamile karısını bırakıp Uğur’un peşinde yollara düşer. Uğur da kentten kente sürgün edilen Zagor’un peşine. 

Kaybettikçe, fazlasını istemek 

Bekir ve Uğur kaderlerini başkalarına tabi kılmıştır. Uğur hiç olmazsa sevdiği adam tarafından sevildiğini bilir, Bekir’in durumu daha da vahimdir. Bir kumarbaz gibi, kaybettikçe, Uğur tarafından her defasında reddedildikçe daha da çok şeyi masaya sürer. Hep yenilir, her seferinde daha kötü yenilir. Bekir yaptığının yanlış olduğunun, kötü olduğunun bilincindedir ama karakterinin dışına çıkamaz. O karakteri oluşturan öğeler her neyseler değişmedikçe, ki değişmezler, belki ancak bilincine varılabilirler ve kabul edilerek etkisi altından kısmen çıkılabilirler, Bekir’in kaderini belirleyeceklerdir. Bekir böyle davranmaya, Uğur’a mecburdur. Uğur ise Zagor’a. İkisi de ailelerini acılar içinde bırakıp yollarına devam ederler. Kendileri de acıdan başka pek bir şey yaşayamazlar. Katlanılması zor, karanlık bir tablo bu. Zor mor, katlan ya da katlanma, bu böyle diyor Zeki Demirkubuz. İnsan ruhunun karanlığını önce itiraf edelim, bu kabul olmadan söylenen her şey, dağıtılan her umut boş diyor gibi. Bu kabulün ardından daha iyi bir noktaya gelip gelemeyeceğimiz ise meçhul. 

Ne Bekir ne de Uğur sıradan karakterler değiller; sıradan bir hayata uyum sağlayamayan insanlar ikisi de. Görünürde onlar için daha iyi olan, onlara yaşadıkları korkunç karanlıktan bile daha fazla acı veriyor. İkisi de evlilik deneyimini yaşıyorlar, çocuk sahibi oluyorlar ama bu ilişkilere bağlanamıyorlar. Televizyonlar karşısında yaşanan yabancılaşmış ilişkiler sürdürmek yerine mahvoluşlarına sebep olacağını içten içe bildikleri aşklarının peşinden bile isteye gidiyorlar. Ama bu açık ki sıradan bir davranış değil ve özdeşleşmek, sebep oldukları bunca acıdan sonra onları sevmek kolay değil. Hasta çocuğuna ilaç götürmeyi bile birinci önceliği yapmayan bir adamı nasıl severiz? Ama nefret de edemiyoruz. Ne onların engel tanımayan benmerkezciliği, ne de konformizmin riyakar ilişkileri iyi bir seçenek oluşturuyor. Öyleyse, imkansız bir durumla karşı karşıyayız. ‘Kader’e başkaldırmak lazım, ama nasıl? 

Bu yılın film rekoltesi, rekorluk 

Son bir yıl içinde çok iyi Türk filmleri izledik ve bence bu yılki rekoltesiyle Türk sineması dünyanın en iyi sineması konumunda. Bu çok iddialı bir laf ama ben hayatımda ilk defa böyle görüyorum, böyle hissediyorum. Ve bütün iyi Türk filmleri şu ya da bu şekilde kötülükle uğraşıyor. “Beş Vakit” ezelden ebede giden bir kötülüğün babadan oğula, anadan kıza aktarımını anlatıyordu, “İklimler” bir erkeğin ilişkilerindeki bencilliğine odaklanmıştı, “Eve Dönüş” kötülüğün politik yanına bakarken, sorumluluğu sadece iktidardakilere yüklemiyordu. Hiçbirinin aydınlık bir gelecek vaat ettiğini söyleyemeyiz. Bu dünyamızın da bir yansıması ama; bırakın adaletli insan ilişkilerine dayalı bir dünyanın elle tutulur bir olasılık olarak görünmesini, dünyamızın fiziksel olarak varlığını sürdürebileceğini, canlı hayatının, doğanın döngüsünün süreceğini bile söyleyemiyoruz. Hatta radikal bir şeyler yapılmazsa, sürmeyeceğini biliyoruz. Eski sosyalist ülkelerin filmlerine baktıkça ve onlardaki insanların nitelikleriyle karşılaştıkça sınıfsal ilişkilerin dönüştürülmesinin insanı dönüştürmekteki başarısızlığıyla da yüzleşiyoruz. Evet, bütün bunlar açıklanabilir, evet o ülkeler dünyanın geri kalanından soyutlanamaz ama tablo yine de iç karartıcı. O zaman insan umutsuz bir vaka mı? Bunu kabullenerek yaşamak mümkün ama çok acı. Ama ben bu filmleri yapan yönetmenlerimizin de bu kadar karanlık bir dünyada yaşadıklarını düşünmüyorum. Yoksa film yapmazlardı, herhalde… 

“Kader” başta Ufuk Bayraktar olmak üzere oyuncularının muhteşem performanslarıyla, diyaloglarının, mizansenlerinin küçük istisnalar dışında inandırıcılığıyla çok etkileyici bir film. Cannes’a, Venedik’e bu filmi kabul etmeyenlere aldırmayın, şu anda Inarritu’dan da Almodovar’dan da daha iyi bir yönetmen Zeki Demirkubuz. 

Ama “Kader” karakterlerini ve dolayısıyla seyircisini bütünüyle karanlık bir yerde pusulasız bırakıyor. Bu da hazmı zor bir gerçek. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com