TARİH: 26 Şubat 2011
GAZETE/DERGİ: Birgün
İntikam sakatlar!
‘İz Peşinde’ tarihsel bir dönemeçte yayımlanmış ve klasikleşmiş bir romana dayanıyor. Charles Portis’in ‘True Grit’ adlı kitabı 1968’de çıkmış ve kısa sürede modern Amerikan klasikleri arasında yerini almış; bir yıl içinde de filme çekilmiş. Yani Coen biraderlerinki aynı kitabın ikinci sinema versiyonu. Fakat Coen biraderler John Wayne’in başrolünde oynadığı ilk filmi kale almamışlar. Tarihsel bir dönemeçte yayımlanan roman, Amerika tarihindeki tarihsel bir başka dönemeci anlatıyor: Vahşi Batı’nın bitmek üzere olduğu, nizam ve intizamın egemenliğini ilan etmeye hazırlandığı 1870’lerin son yıllarında başlıyor film. Bittiğinde ise Vahşi Batı bir panayır varyetesine dönüşmüş, geçmişin acımasız ve sert kahramanları ya palyaçolaşmışlar ya da bütün pırıltısını yitirmiş halde yeniden karşımıza çıkıyorlar.
True Grit sözcükleri bir tür sabit fikirliliği, bir tür inanç dolu cesareti temsil ediyormuş. Filmin basın bültenindeki kötü çeviri Türkçesiyle tam olarak şu: “‘True grit’ kelimeleri, Amerikan ruhunun çekirdeğini oluşturan, bir insanın anlaşılmaz olaylarda görebileceği tek amaçlılığı, kendinden son derece emin bir cesareti temsil ediyor.”
Amerikan ruhu! Coen kardeşler bana uzun zamandır bunun peşindeymişler gibi geliyor. ‘Amerikalılık nedir?’in cevaplarını arıyorlar. Bu filmdeki iyi Amerikalılar baştan sakat oldukları gibi, başladıkları noktanın da gerisinde, daha sağlıksız bir halde bitiriyorlar filmi. Zaten baştan kötü olanların sonu ise kimseyi pek ilgilendirmiyor. Ki zaten ölüyor çoğu.
Mattie, babası acımasızca öldürülen 14 yaşındaki bir genç kız, hatta bir çocuk. Ama Mattie sıradışı bir kararlılığa ve becerilere sahip. Babasının intikamını almak için müthiş bir ticari yetenekle gereken maddi kaynakları yaratıyor, intikam almada kendisine yardımcı olacak silahşörü kiralıyor ve yola koyuluyor. Bu ikiliye bir de kendini çok beğenmiş, geveze ama naif bir Teksaslı ‘ranger’ kişisel nedenlerle (daha çok parasal) katılıyor.
Peki intikam iyi bir şey midir? İntikam alan kişi, kendisini sağaltmış mı olur yoksa sakatlamış mı? Kaybedilen yani intikamı alınan kişi geri gelmediği gibi, intikam alan kişi de dönüşür. Bir şeyler kazanmaktan çok bir şeyler yitirir. Geride kan ve yeni kayıplardan başka bir şey kalmaz. İntikam imkânsızdır. Coen kardeşler bu filmi neden bugün çekti? Bize neden Amerikan tarihinin 130 yıl öncesine dair bu hikâyeyi anlattılar? Belki de 11 Eylül’ün intikâmı (en azından görünüşte) peşinde koşmanın Amerikan insanını nasıl sakatladığını anlatmak istediler. Ya da bugünün Amerikan kişiliğinin hangi tarihsel koşullarda şekillendiğini göstermeye çalıştılar.
Filmin iki sahnesi var ki söz etmek gerek (Meltem Gürle’ye selam ederek). Goethe’in “Der Erlkönig” adlı şiirine gönderme yapan sahnede silahşör Rooster Cogburn yılanın ısırığıyla zehirlenmiş Mattie’yi önce at sırtında sonra kucağında taşıyarak kurtarmaya çalışıyor. Bu sahnenin olağanüstü etkileyici olduğunu, hatta belki de Coen sinemasının en duygusal, en insancıl sahnesi olduğunu söylemek mümkün. Bir de Teksaslı ranger’in yıldızını gösterdiği sahne var. Teşhircilikle, gururun komik bir bileşimi!
Mattie’yi oynayan Hailee Steinfeld önemli bir keşif. Silahşör rolünde Jeff Bridges, ranger rolünde Matt Damon da başarılılar. Coen kardeşler film yapmışsa, seyredersiniz zaten.