TARİH: 17 Şubat 2006
GAZETE/DERGİ: Birgün
Avına set çeken gazeteci
‘İyi Geceler, İyi Şanslar’ filmi 1950’lerin Amerika’sında yapılan komünist avını işliyor.
Orijinal Adı: Good Night and Good Luck Yönetmen: George Clooney Oyuncular: David Strathairn, Patricia Clarkson, Jeff Daniels, Rose Abdoo Türü: Tarihi drama Ülke: ABD
Özgürlükler Ülkesi Amerika’nın yakın tarihinin karanlık dönemlerinden birini ele alıyor “İyi Geceler, İyi Şanslar” Senator McCarthy’nin öncülük ettiği komünist avı, 1950’ler Amerika’sını, insanların gölgesinden korkar olduğu; aydınların, kamu ve özel sektör çalışanlarının mesnetsiz iddialarla görevlerinden alındığı bir dehşet imparatorluğuna çevirmişti. Bugünün Amerika’sında ya da konumuz açısından Hollywood’unda yaşanan sığlığı anlamak için bu dönemi de bilmek gerek. Solcu yazarların, yönetmenlerin işsiz kaldığı, kiminin ülkeyi terk ettiği, en fazla sahte isimler altında çalışabildiği bu yıllarda yeteneksiz bir oyuncu da adını muhbirliğiyle duyurmuştu. Ronald Reagan adındaki bu oyuncu sonradan Amerika’nın başkanlarından biri olacaktı.
Yönetmen koltuğuna ikinci kere oturan George Clooney işte bu dönemde sesini yükseltmeyi başaran ender medya kişiliklerinden birine kamerasını çevirmiş. Edward Murrow (David Strathairn) CBS’in program sunucularından birisi. Programın yapımcısı Fred Friendly’yle (George Clooney) birlikte gündemlerini belirliyorlar ve programlarını yapıyorlar. Bu programlar içinde son derece riyakârca olanlar da var: Bir programlarında ülkenin sanat güneşi Liberace’ye ne zaman evleneceğini soruyor Murrow; o da “valla işte kısmet” türünden cevaplar veriyor. Liberace’nin eşcinselliği Zeki Müren’inki gibi ya da onunki kadar gizli ve kimse bu konuyu kurcalamıyor. Murrow da gerçeğin peşinde koşmuyor ve akıntıya bırakıyor kendisini gerekli hissetiğinde yani. Ama gerekli hissettiğinde de çelik gibi bir irade ve kararlılıkla siyasi iktidara karşı çıkabiliyor. Bir subayın ordudan hiç bir kanıt gösterilmeden ulusal güvenlik gerkçesiyle atlması üzerine Murrow subayın hakkını aramaya karar veriyor. Bu durum tabii Mc Carthy’nin öfkesini çekiyor ve iki adam televizyon ekranlarında karşı karşıya geliyorlar. McCarthy’nin kaba saba yöntemleri sonunda kaybediyor ama Murrow’unkine de zafer denilmesi oldukça güç. Çünkü televizyon daha doğrusu medya ve orada çalışanlar bu dönemde şekilleniyorlar ve bugünkü hallerine evrilmeye başlıyorlar. Zaten Murrow’un programı da prime time’dan alınıp kimsenin izlemeyeceği saatlere kaydırılıyor. McCarthy kaybederken arkasında derin bir iz bırakıyor.
George Clooney bu döneme kamerasını çevirmekle çok iyi bir iş yapmış. Murrow düzenle temelde çatışmayan ama bazı demokratik ilkelere sıkı sıkıya sarılan ve bu uğurda birçok şeyi yitirmeyi göze alan bir karakter. Ne yazık ki filmde onun hakkında çok fazla şey öğrenmiyoruz. David Strathairn rolünü çok iyi oynuyor; burada bir sorun yok. Ama film çok sınırlı bir konuya sahip ve karakterleri çok sınırlı bir alanda takip ediyor. Keza şirket kuralları gereği evliliklerini gizleyen çiftin hikayesi de dönemin paranoyak atmosferini vermesi açısından bir işleve sahip belki ama yine de çıkarılsa film çok bir şey yitirmez. Clooney’nin bu filmi yapmasının ardında elbette Bush yönetiminin 11 Eylül sonrasındaki sansürcü tavrına duyduğu tepki var. Ama Clooney tebrik edilesi bu çabası hakkında konuşurken kendisini besleyen eli çok da sert bir şekilde ısırmamaya dikkat ediyor. Olsun varsın, Clooney gibi Hollywood milyonerinin çıkıp böyle bir film yapması bile kutlanması gereken bir şey. Kısacası herkesin bu filmi seyretmesinde yarar var ama bir uyarıda da bulunmam gerek: Filmin altyazıları okunmuyor. İngilizcenize güvenmiyorsanız işiniz zor.