TARİH: 8 Nisan 2008
GAZETE/DERGİ: Birgün
Daha İstanbul Film Festivali başlayalı sadece 2 gün oldu ve ben şimdiden kendimi tatile çıkmaya hazır derecede yorgun hissediyorum. Sadece 7 film gördüm, öyle bazıları gibi 10-11 tane de değil ama yine de zaten kuruluktan mustarip gözlerim perişan oldu bile. Bu sene Aksanat’ta şahane bir basın odamız var. Geçen sene Yeni Melek’teki karanlık mekânla kıyaslanmayacak kadar lüks. Film aralarında gerçekten bir araya gelip sohbet edebileceğimiz bir yer. Kendi adıma çok memnunum. Program da çok iyi. Ama ne bu festivalin ne de başka bir festivalin üzerinden gelemeyeceği sorunlar var.
MAKİNİST UYU!
İf’in açılış gecesinde ‘Lars Sevince’de yaşanan durumdan söz etmiştim. Ne kadraj tutturulabilmişti ne de makinist susturulabilmiş. Hani klasik “makinist uyuma!” nidası vardır ya; onu mu söylesek yoksa “makinist uyu!” diye mi bağırsak bilememiştik. İf sırasında yaşadığımız bu kötü deneyimin birebir aynısını festivaldeki ikinci seansımızda yine aynı salonda yani Fitaş’ta yaşadık. Aynı hamam aynı tastı kısacası. Milos Forman’ın kısa iki filminin gösterimi yine kadraj sorunuyla başladı. Perdede kafalar görülmüyordu. Benim ve ardımdan Atilla Dorsay’ın uyarıları sonucu kafaları görmeye başladık ama bu sefer de film alttan kesildi. Ama asıl acayibi, başlangıçta sinema görevlisinin Forman’ın filmi böyle çektiğini iddia etmesiydi. Yani kafaları kadraja almadan!
Tipik Türk tepkisi diye bir şey varsa böyledir işte. Hiçbir şekilde sorumluluk üstlenmeyecek, mümkünse karşındakini suçlayacaksın. Sevgili meslektaşım Kemal Yılmaz bunları Radikal’deki köşesinde anlattı gerçi ama Yılmaz eski tüfektir ve iflah olmaz bir şekilde emekçiden yanadır. Tabii, çok takdir ediyorum bu özelliğini ama makinisti, oradan oraya koşturmak zorunda kalıyor diye sahiplenmesi gerçeği yansıtmıyordu çünkü makinist film boyunca makine dairesinde birileriyle yüksek sesle sohbet etti! Filmin kadrajının tutturulamaması ise filmin çekim oranlarına uygun lensin olmamasındandı. Makinist de biz uyarana kadar, belden aşağısını göstermeyi, kafaları göstermeye tercih etmişti. Bunlar festivalleri aşan sorunlar: Sinema salonlarını yönetenlerin sinema ve halkla ilişkiler kültürünün olmaması karşısında ne yapacaksınız? Ama bir de salonların eksik donanımlı ve dökülüyor olması var. Mesela lens yoktu Fitaş’ta, Atlas 3’te ise eski bir ampulün soluk ışığında seyrettik “I’m Not There”i. Ya da bana öyle geldi, belki de yönetmen öyle çekmiştir!
YEŞİLÇAM’A YARDIM GEREK
Beyoğlu Belediye Başkanı Demircan’ın Beyoğlu’nun bir sinema merkezi olarak varlığını sürdürmesine önem verdiğini biliyoruz. Yeşilçam ödülleri verilen bu önemin bir göstergesi. Ama ortada doğru düzgün sinema salonu olmazsa, tören düzenlemeye uygun niteliklere sahip tek sinema salonu olan Emek’in de geleceği belirsizse Yeşilçam nostaljik bir kavram olarak kalacak demektir. Yeşilçam yani Beyoğlu’nun sinema salonlarının iyileştirilmesi ve korunması gerekiyor. Bunu devlet ya da belediye niye yapmasın? Bu sinemalar görünen o ki alışveriş merkezi sinemalarının gerisinde kaldılar. Yardıma ihtiyaçları var. Yeşilçam ödülü için para bulunulabiliyorsa, Yeşilçam’ın kendisi için de bulunabilir herhalde. Devlet bulamıyorsa, Yeşilçam ödüllerinde kendilerine oy kullandırılan iş adamları ellerini ceplerine sokup, oy kullanabilmelerini haklı çıkaracak, sinemaya ilgilerini kanıtlayacak bir eylemde bulunsunlar. Filmler başka bir yazıya kaldı. Şimdi filme yetişmem lazım.