TARİH: 28 Haziran 2014
GAZETE/DERGİ: Birgün
Pislik ve Sevgilinin Ardından
Bu hafta bir değişiklik yapıp iki filmi aynı başlık altında yazıyorum. Açıkçası iki filmden de geriye başrol oyuncularının iyi performansları dışında bir şey kalmadı. Oyuncularının iyi performansları dışında iki filmin bir ortak noktası yok, hatta birbirlerinin zıttı oldukları bile söylenebilir. James McAvoy ‘Pislik’te filmin adına yaraşan bir şekilde tam bir pisliği canlandırırken; ‘Sevgilinin Ardında’da Ben Whishaw tam bir “meleği” oynuyor. Pisliğe pislik diyoruz ama meleksi insanlar için söylenen temizlik diye bir kavramımız yok.
Pislik
McAvoy “Pislik’te Bruce Robertson adlı İskoç bir polisi canlandırıyor. Bruce, her şeyden ve herkesten nefret ediyor. Arkadaşlarının başına çoraplar örüyor, karılarını ayartıyor, terfi etmek için hepsinin ayağını kaydırmaya çalışıyor. Bir yandan iştahla uyuşturucu tüketirken, bir yandan da bir cinayet soruşturmasını sürdürmeye çalışıyor. Fakat tedavi amaçlı ilaçlarını almayınca ruhsal dengesi giderek bozuluyor. Bruce’un da insani bir yanı var elbette; onun da bir yarası var. Ta, çocukluğundan kalma. Bruce kendisinden nefret ediyor öncelikle. Ama Bruce’un iğrenç hallerini gördükten sonra, çocukluk travmaları onunla empati kurmamızı sağlamıyor. Zaten Bruce’un da empati ister gibi bir hali yok. Dolayısıyla bir süre sonra “Ben bu pisliği neden seyrediyorum” sorusunun kafanızda oluşma ihtimali var. Filmin suratımıza çarpan üslubunun da bu sorunun oluşmasında katkısı büyük. İyi ama bunu hak edecek ne yaptık? Bruce karakterini James McAvoy bu kadar başarıyla canlandırmasa, filmden çok daha erken kopacağız. Film Trainspotting’in de yazarı Irvine Welsh’in romanından uyarlanmış ve Jon Baird tarafından yönetilmiş.
Sevgilinin Ardından
“SEVGİLİNİN Ardından’ın kahramanı Bruce’un tam tersi. Ben Whishaw’un canlandırdığı Richard, Kamboçya asıllı sevgilisinin ölümünün ardından onun İngilizce bilmeyen annesine göz kulak olmak gibi bir misyon üstleniyor. Kadının bilmediği sadece İngilizce değil; Richard’ı oğlunun en yakın arkadaşı sanıyor, oğlunun sevgilisi olduğunu bilmiyor. Üstelik kadın Richard’a karşı gayet soğuk çünkü oğlunun kendisini bir huzur evine yerleştirmiş olmasından onu sorumlu tutuyor. Fakat Richard hassas ve kırılgan olmasının yanı sıra kararlı ve inatçı biri de. Kadının huzur evindeki flörtüyle konuşabilmesi için bir tercüman tutuyor vs. Her şey iyi güzel ve gayet insani. Ben Whishaw ‘Parlak Yıldız’dan sonra bir kez daha romantik aşık rolünde son derece inandırıcı ve yüreğe dokunan bir performans sergiliyor. Ama filmden daha fazlasını beklememek gerekiyor: Karakterlerin daha fazla derinine inmesi ya da kültürel çatışmayı daha fazla deşmesi gibi… Richard kadar iyi olmak Bruce kadar kötü olmaktan daha iyi orası kesin. Kötülüğün yaralarla, travmalarla ilişkisini biliyoruz ama iyiliğin neyle ilişkili olduğunu pek bilmiyoruz. Hatta belki merak bile etmiyoruz. Ben Bruce’un kötülüğünden çok Richard’ın iyiliğinin nedenlerini anlamak isterdim.
Yönetmen Hong Khaou, filmi kendi tiyatro oyunundan uyarlamış. Oyundaki heteroseksüel aşkı, eşcinsele çevirmiş. Khaou bu ilk uzun metraj filminde umut vadediyor. Ölen sevgilisinin ardından onun ailesini ziyaret eden (gizli) eşcinsel sevgili figürü hâlâ etkileyici ama bu hızla tüketilirse yakında etkisizleşecek. Ayrıca Whishaw gibi etkileyici oyuncular bulmak her zaman mümkün olmayabilir.