TARİH:  29 Nisan 2005

GAZETE/DERGİ: Birgün

Çıkmazları ve isyanıyla gençlik 

Yönetmen Kutluğ Ataman Perihan Mağden’in romanından uyarladığı ‘İki Genç Kız filminde, gençliği daha önce hiç rastlamadığımız kadar çarpıcı bir şekilde ele alıyor. 

“İki Genç Kız” basın bültenindeki gerçek anlamda Türkiye’nin ilk gençlik filmi’ iddiasını birçok açıdan hak ediyor. Lise bittiğinde hayatın en belirsiz dönemlerinden biri başlar. Üniversiteye girilebilecek midir, girilirse kazanılan bölüm anlamlı bir gelecek vaat etmekte midir? Filmin iki baş kahramanı Behiye (Feride Cetin) ile Handan (Vildan ever) bu durumdadır. Behiye, Boğaziçi’nin en gözde bölümlerinden biri sayılmayan ‘mütercim 

tercümanlık bölümünü kazanmıştır; Handan ise ilk sınavdaki başarısızlığının ardından kurslara devam ederek şansını bir kez daha denemek istemektedir. İki kız da sınıfsal açıdan aslında iddia edildiği gibi çok farklı konumda değildirler. İkisi de yoksul ailelerin çocuklarıdır. Ama kültürel çevreleri, yaşam tarzları farklıdır. Behiye’nin annesi ve babası çalışır (romanda baba tezgâhtar, anne terzi), büyük hayalleri olan abisi ise borsada getir götür işleriyle uğraşan bir office boy’dur. Handan’ın babası ise ailesini terk edip Avustralya’ya göç etmiştir, annesi Leman (Hülya Avşar) ise fahişeliğin daha hafif şekli olan metreslikle hayatını kazanmaktadır. Behiye dinlediği müzik türü, kırmızıya boyalı saçları, siyah ağırlıklı giysileriyle asi rocker kızlaran biri gibidir ama o çevrelerle de ilişki içinde değildir. Handan ise pop kızlarındandır, hafif müzik dinler, pembe giyinir, vaktini Akmerkez’de geçirir. Behiye öfke doludur, iktidarın her türüne isyan içindedir. Özellikle erkeklerden nefret eder. Filmde zaten sempati duyulabilecek hiçbir erkek karakter yoktur. Babalar fiilen namevcutur. Behiye’nin abisi kazmanın tekidir: taksi şöförü pervasızca Handan’ı dikizler; kurs müdürü biraz meme gösterilmesi karşısında Handan’a parasını iade eder; Leman’ın finansörlerinden zaten ne beklenebilir ki, ilişkinin çerçevesi bellidir; havuz bekçisi kendisinden beklendiği gibi kızları kovalar; Handan’ı “götüren” Erim bir de kız arkadaşına peşkeş çeker… açıkçası kadınları bundan çok daha yumuşak bir tarzda olumsuz gösteren bir esere “kadın düşmanı” diyeceğimize göre bu film için “erkek düşmanı” sıfatını kullanabiliriz. Erkekler bir bütün olarak toplumun olumsuzluklarını, iktidarı aktif ya da pasif biçimde temsil eder. Aslında Behiye’nin de şöyle bir çelişkisi vardır; dinlediği müzikler erkek isyanının müzikleridir, bir anlamda erkek dünyasına Handan’dan daha ya kındır. Klasik erkek beğenisine hitap eden Handan’a bir tür aşkla bağlanır. Ne bir erkekle birlikte olma hayali vardır, ne de fiili bir ilişkisi (bakiredir). Cinselliği açıkça belirsizdir, yok gibidir. Behiye, Handan’la tanışır tanışmaz onu dünyasının merkezi haline getirir ve Handan’ın evine yerleşir. Ama Behiye’nin, Handan’a duyduğu yakınlık bir cinsel yakınlık olarak sunulmaz. Havuz sahnesi böyle bir yoruma açık olsa da başka bir emareye rastlanmaz. 

Bunu o zaman bir kız arkadaşlığı olarak değerlendirmemiz gerekir. Perihan Mağden Zaten bir köşe yazısında romanında cinsellik olmadığını söylemişti. Behiye birçok açıdan o yaşlardaki halime çok benziyor. Handan’a üniversite hazırlık kursundan parasını aldırması bile başka birçok özelliğinin yanı sıra, hayatımda karşılığı olan bir şey: ben yalan söyleyerek hazırlık kursumdan parayı geri almıştım. Ama yine de benim için anlaşılır bir karakter değil. Bir defa bu belirsiz cinsellik meselesi var. Neden kendisi gibi gençlerle arkadaş olmadığı, en revaçtaki bölümü kazanmış olmasa da Boğaziçi’ne devam etmediği var. Ve sonuçta reddettiği her şeyi temsil eden Handan’a duyduğu hayranlık var. O kadar ki Leman’ın kendisini istemediği apaçık ortadayken ve o kadar da gururlu bir kızken Handan’ın evine yerleşir ve ayrılamaz. Ta ki parasını çaldığı abisi ve pasif annesi filmin en etkileyici sahnesinde onu alıp evlerine zorla götürene kadar. Bu sahnede Behiye’nin annesinin davranışları o kadar tiksindiricidir ki, aslında filmdeki bütün erkeklerin davranışlarının bile ötesine geçer. 

Soru işaretlerimiz ne kadar çok olursa olsun, Behiye karakterinin o yaşın isyanını, çıkışsızlık duygusunu, dostluk ya da aşkta kurtuluş arayışını daha önce sinemamızda görmediğimiz bir tarzda cismanileştirdiğini söyleyebiliriz. Behiye’yi tam anlamıyla anlayamamanın ardında, kitapta ima edilen, filmde ise olmayan “seri katilliğe “ve psikopatik bir eğilim taşıması olabilir. Ama o zaman da Handan bir psikopat olarak çok yerine oturmuyor. Handan karakteri Behiye’ye göre daha berrak, bütün saflığına rağmen aslında daha az hayalperest ve daha ayakları yere basıyor. Sığlığı Behiye kadar acı çekmesine izin vermiyor zaten. 

Kutluğ Ataman dogma üslubunu bu filmde kendine örnek almış. El kamerası, doğal ışık vb. Aslında ne bekliyordum bilmiyorum ama Ataman’dan daha özgün bir tarz bekliyordum galiba. Bu, dogma üslubunun filme yakışmadığı anlamına gelmiyor. 

Oyunculukların düzeyi de genelde iyi. Hülya Avşar’ın yaşı yalnız 35’i göstermiyor, taş çatlasa 34! Filmin en büyük sorunu ise ses; özellikle Behiye’nin ne dediğini birçok sahnede anlamadık. Keş ke bir festivalde seyretseydim de alt yazı olsaydı. Bir de Ataman CD çalmanın o kadar kolay bir şey olmadığını kitaptan öğrenmiş olmalıydı. O arkadaki zımbırtılar kapıdan çıkarken alarmı öttürür, öyle Behiye’nin yaptığı gibi CD’yi montun arasına sıkıştırıp çıkamazsınız. Sınıfsaldan çok cinsiyetçi tavrına, Behiye karakterinin muğlaklıklarına rağmen, “İki Genç Kız” sonuçta önemli bir film. Gençlik gerçekten hiç böyle ele alınmamıştı. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com