TARİH:  28 Ocak 2005
GAZETE/DERGİ: Birgün

Ancak sırıtabiliyorsunuz

“G.O.R.A”da “ürün yerleştirme” diye tabir edilen reklam türünü kıyasıya eleştirmiştim. “G.O.R.A” başlangıçmış. Devamı da hızla geldi. Yaşadığımız kapitalist sistemde reklamın dışında kalmak çok zor. Bazı şeylerin sponsorsuz yürüyemediği aşikar ve püriten bir tavır almaya çalışmak manasız. Film festivali düzenleyecekseniz örneğin, sponsor bulmak zorundasınız. Bu tür festivaller olmasa kültürel ortamımızın çok daha geride olacağı tartışılmayacak bir gerçek. Seyretmeyi istediğim önemli bir sanatçı varsa, etkinliğin sponsorunun kimliği benim için çok da önemli değildir, gidip izlerim. Sonuçta sanat ürünüyle, reklam arasında ayrım yapmak, reklam sanat ürününün içine yedirilmemişse mümkün.
Bir de reklam yapmamanın imkansızlığı var. Blue-jean ya da spor ayakkabımızın üzerinde markası ve logosu yok mu? Kullandığımız bir sürü şeyin bir yandan da reklamını yapmıyor muyuz? Bir sanat eserini reklamdan arındırmak nasıl mümkün olsun, kendimizi arındıramazken? Cevabını bilmiyorum, yani en azından sosyalist olmayan bir düzen içindeki cevabı.

Fakat yine de sanat ürünüyle reklam arasında azami bir ayrım yapmaya çalışmak lazım. “Reklam Yerleştirme” bir Türk keşfi değil elbette ama bu işin -özür dilerim- b.kunu çıkartmak Türk sinemasına nasip oldu. Bu yıl kör gözüm parmağına film içi reklamı Hollywood sinemasında bir tek “Ben, Robot”ta gördüğümü hatırlıyorum. Sonra Türk filmleri sahneye çıktı:”G.O.R.A”, ardından “Hırsız Var” ve şimdi de “Şans Kapıyı Kırınca”. (“Gönül Yarası” da yaptı ama hiç olmazsa usturuplu yaptı.) Bu iki film de utanmazca, işportacı tavrıyla ürünlerini meydana seriyorlar. 
“Hırsız Var” ve “Şans Kapıyı Kırınca” büyük paralar harcanarak ve büyük paralar getirmesi umuduyla yapılmış filmler. İkisi de güldürme amaçlı yapılmış ama Cem Yılmaz gibi bir elemandan yoksunlar. “G.O.R.A”nın çok eleştirilecek yanı vardı ama güldürdü mü sıkı güldürüyordu. Cem Yılmaz’ın Arif karakteri sıkı bir gözlemin ürünüydü. “Hırsız Var”da da birçok güncel Türk insanı tipi var ama hiçbirinde bir soyutlama yok. Haluk Bilginer rolünü olabildiğince iyi oynuyor ama bilinen bir tiplemeye yeni bir şey de katmıyor. Film büyük bir harala-gürele içinde, hiçbir iz bırakmadan ve güldüremeden geçip gidiyor. Sanki mafya mensupları, bazı top modeller ve sosyetik şahsiyetlerin gittiği, zevksiz bir tekno müziğin yüksek volümde çaldığı bir kulübe yanlışlıkla girmişiz ve bir türlü çıkamıyormuşuz duygusuyla seyrettik filmi. 


“Şans Kapıyı Kırınca” “Hırsız Var”a kıyasla daha derli toplu, görsel açıdan daha üslup sahibi bir film. Ama gel gör ki o da bomboş. Birkaç kez sırıttırmayı başarıyorsa da bütün marifeti bunla sınırlı. Küfürler ve “nah” yapma hareketleri filan da “G.O.R.A”nın “düzeyinin” altında. Harcanan bunca paraya yazık.


Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com