TARİH:  23 Şubat 2008
GAZETE/DERGİ: Birgün

Pazartesi günü AFM Fitaş sinemalarıyla ilgili yazımda giriş çıkışların aynı yerden yapılmasının büyük bir kargaşaya ve tehlikeye neden olduğunu söylemiştim. Belirtmek gerekir ki artık, çıkışlar ayrı çıkış kapılarından yapılabiliyor. Pazar gününden itibaren bu kapılar hizmete açıldı ama inşaat henüz bitmiş değil. Dolayısıyla karanlık, engebeli ve ıslak koridorlardan geçmek gerekiyor çıkarken. Sinemanın ana girişi ise tabii ki değişmedi. Yürüyen merdivenli düzen aynı anda ancak 4 kişinin inip çıkmasına izin veriyor.

Pazartesi yayımlanan yazımın bir etkisi oldu. Beyoğlu Belediyesi’nden aradılar ve Başkan Ahmet Misbah Demircan’ın benimle görüşmek istediğini bildirdiler. Bu ilgiye sevindim tabii ki. Ahmet Bey’le samimi bir görüşme oldu ama suya sabuna dokunuldu mu derseniz, cevabım hayır. Ahmet Bey bir de benden dinlemek istemişti şikâyetlerimi. Ben de ona neden korktuğumu söyledim. Sinepop’ta, Emek’te ve AFM Fitaş’ta film seyretmenin tehlikelerini anlatmaya çalıştım. Sinepop’un yanı başındaki inşaatın Demirören’e ait olduğunu, Kadir Top-baş’la bir alakası olmadığını öğrendim. Belediye’nin cep sinemaları açma projesi olduğunu öğrendim. Ama kendimi daha fazla güvende hissetmem için bir şeyler yapılıp yapılmayacağı konusunda bir bilgi alamadım. Yine de film eleştirmenleriy-le Beyoğlu Belediyesi arasında bir diyalog böylece başlamış oldu ve bunu devam ettirme kararı aldık. Bu arada ben If’i yapanları kızdırıyor muyum acaba diye de düşünüyorum. Filmleri beğenmiyorum, mekânı beğenmiyorum falan. Ama festivalden son derece memnunum. Bunlar çelişkili şeyler değil çünkü merak ettiğim bir sürü filmi sinemada seyretme olanağı buluyorum. Filmlere katkıda bulunan insanlarla, film sonrasında konuşabiliyorum. Mesela Joy Division’dan Peter Hook’a filmden sonra soru sorma olanağı buluyorum. Bunlar çok güzel şeyler.

KENDİNİ ELEŞTİRME ÖZGÜRLÜĞÜNE SAYGI
Gelelim filmlere. David Lynch’in ‘Inland Empire’ı bugüne kadar seyrettiğim en kötü Lynch’ti. Lynch filmleri beni hep bir şekilde derinden etkilemiştir çünkü bilinçdışımda karanlık bir yerlere dokunurlar. Anlamadan önce sarsarlar beni. Anlama isteği uyandırırlar. Bazen zaten kolay çözülürler ‘Mulhol-land Drive’ gibi. Bazen kendilerini kolay açık etmezler ‘Kayıp Otoban’ gibi. (Haneke ‘Saklı’da tutar ‘Kayıp Otoban’ı taklit eder, üstelik de Lynch’e bir teşekkür bile göndermez.) Ama filmlerinde bazı sahneler vardır ki ruhuma kazınır, yıllar geçse de onları hatırlarım.

İlk aklıma gelen isim olmuştur Lynch, sevdiğim yönetmenler sorulduğunda.’Inland Empire’da böyle sahneler olmadığı gibi, her şey fazlasıyla karışık. Bir kimlik karmaşası yaşadığı açık filmin kahramanının, tamam da, bütün bu karışık yumağı çözme isteği uyandırtacak estetikten yoksun film. E, yarı-profesyonel bir kamerayla film çekerseniz belki de bu sonuç kaçınılmaz. Lynch’in kullandığı Sony PD-150 model dijital kamera, high definition bile değil. Bu kamerayla çekilen bir filmi büyük perdede seyretmek bana her şeyden önce zevk vermedi. Bu tarz bir etkilenme yoksa anlama isteği de olmuyor. Kısacası ‘Inland Empire’ benim için seyredildi ve bitti. Üzerine Zijek de yazsa, merak etmiyorum.

Festivalin en çok merak ettiğim filmlerinden biri ‘Karanlığa Taksi’ydi. Bu film de Amerika’nın kendisiyle ahlaki hesaplaşmasını sürdürdüğü filmlerden biri. Afganistan’da bir taksi şoförü yerel Afgan güçlerce tutuklanıp, Amerikalılara teslim ediliyor. Bu gariban şoför hiçbir şeyle alakası olmamasına rağmen, korkunç işkencelere maruz kalıyor ve yediği dayaklar sonucunda ölüyor. Bu işkencenin mimarları da bilinen şüpheliler tabii ki: Bush, Cheney, Rumsfeld, Wolfowitz, Rice… Dünya kadınlar tarafından yönetilse daha iyi olur sananlara da çıkarılacak dersler var bu filmden çünkü işkenceci katiller arasında çok sayıda kadın da var.

Filmin eksikliklerine gelmeden önce Amerika’nın eksik de olsa kendini eleştirme özgürlüğüne saygı duymak gerektiğini söylemek istiyorum. Beni rahatsız eden bir şey var: Amerika’nın bir kötülük imparatorluğu gibi görülmesi bana Rea-gan’ın Sovyetlere kötülük imparatorluğu demesini hatırlatıyor. Bu tip metafizik bir söylemle benim işim yok. Ben kötülüğü sistemlerde görüyorum; kapitalizmde ve emperyalizmde. Ülkelerle bir sorunum yok, Amerika’yla da. Gittiğim onca yabancı şehir içinde kendimi en çok evimde hissettiğim kent New York’tur mesela.

KOLAYSA DİYARBAKIR FİLMİ YAPSANIZA
ABD’nin sahip olduğu ekonomik ve askeri güç diyelim Türkiye’nin elinde olsaydı dünya daha iyi bir yer olur muydu? Türkiyeli yönetmenler çıkıp Amerikalı yönetmenlerin yaptıklarını yapsaydı ne olurdu? Türklüğe hakaretten içeri atılırlardı ya da ülkeyi terk etmek zorunda kalırlardı. Ya da birgün enselerinden kurşunlanırlardı. Amerika’yı eleştirirken neyi eleştirdiğimin bilinmesi için bunları yazma gereği duydum. Emperyalizmden nefret edip, Amerika’yı, ülkesini, halkını sevmek mümkündür ki bu benim için geçerli. Türkiye’nin yönetimini, rejimini beğenmeyip Türkiye’ye bağlı olmak nasıl mümkünse. ‘Karanlığa Taksi’ işkencenin korkunçluğunu ve üst kademelerde tasarlandığını; zamanında psikiyatri biliminin, saygın üniversitelerin nasıl işkence yöntemlerinin geliştirilmesinde CIA’e hizmet ettiğini filan anlatarak iyi bir iş yapıyor. Zavallı Iraklı ve Afgan insanların maruz kaldığı korkunç işkenceleri anlatıyor. Ama sonuçta şu noktaya geliyoruz: İşkence işlevsel bir sorgulama yöntemi değildir, daha işlevsel yöntemler vardır. Peki işlevsel olsaydı, onaylayacak mıydık sorusu baki. ABD’nin Afganistan’daki, Irak’taki varlığı da sorgulanmıyor. Savaşı ve işgali sorgulamadan, bilgi alma yöntemlerini sorgulamak ne kadar yeterliyse bu film de o kadar yeterli. Kısacası kafası karışık bir yönetmenden karışık ve uzun bir film çıkmış. Yine de gelin de 12 Ey-Iül’de Metris’te, Mamak’ta, Diyarbakır’da yaşananları anlatan bir film yapın kolaysa. Hatta uzağa gitmeye gerek yok, İstanbul’un göbeğinde Gayrettepe’deki 1. Şube’yi, orada yapılan işkenceleri anlatın. Dolayısıyla Amerikan filmlerinin eksikliklerinden söz ederken, kendi korkunç gerçeğimizi de aklımızda tutalım.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com