TARİH:  3 Şubat 2018
GAZETE/DERGİ: Birgün

En Karanlık Saat” faşizan bir film, biçimi ve içeriğiyle; bunu baştan söyleyeyim. Uzun zamandır bir filme bu kadar sinirlenmemiştim. Film Muhafazakar Parti’nin (Tory’ler) ve Büyük Britanya’nın en ünlü politikacısı Churchill hakkında. Churchill’i fetişleştiriyor, yalnız bir kahraman olarak sunuyor film.

Buna geri döneriz ama Churchill hakkında birkaç söz etmek gerek. Churchill iğrenç bir canavardır, nokta. Bunu en iyi bilen uluslardan biri de biziz. Çanakkale Savaşı’nı çıkaran ve Gelibolu’da yüzbinlerce Türk, Arap, Avusturalyalı, Yeni Zelandalı, İngiliz, Fransız ve Hint gencin ölümüne neden olan kişi Churchill’dir. Yunanistan’da II. Dünya Savaşı’ndan sonra direnişçilerin katlini emreden odur. Hindistan’da 4 milyon kişiyi açlığa mahkum eden, Buchenwald toplama kampındakinden bile az yemek vererek çalıştıran odur. İran’da Musaddık’ın devrilmesinde önemli rol oynamıştır. II. Dünya Savaşı öncesinde Hitler ve Mussollini hakkında hayranlık ifadeleri kullanmıştır. Irkçıdır. Yahudi, Arap, Hint, Afrikalı, Müslüman hemen herkes hakkında ırkçı hakaretler etmiştir. Sıkı bir anti komünisttir. Sıkı bir emperyalisttir. Almanya’da doğsaydı Hitler’den bir farkı olmazdı ya da Nazi Partisi’nin önde gelen isimlerinden biri olurdu.

Şimdi bu lanetlenmesi gereken adam hakkında bir film yapılıyor ve bütün dünya bu filmi hayranlıkla seyrediyor. Savaşı Almanya kazanmış olsaydı, Hitler üzerine böyle filmler yapılacaktı. Ya da Osmanlı kazansaydı, Talat Paşa hakkında. Böyle bir durumu canlandırmak çok zor ama gel gör ki eli kanlı bu ırkçıyı göklere çıkaran filmlerin ardı arkası kesilmiyor. Geçen yıl Churchill adlı filmi seyrettik, bu yıl önce Dunkirk, şimdi de En Karanlık Saat.

Fakat tarihe dalıp filmi es geçmeyelim. İngiltere Parlamentosu’nda Muhafazakar Başbakan Neville Chamberlain’in istifası isteniyor. Yerine muhalefetin kabul edebileceği tek isim olan (neden böyle anlamıyoruz) Churchill getiriliyor. Chamberlain ve Dış İşleri Bakanı Hallifax Hitler’le barış görüşmeleri yürütülmesinden yanayken Churchill, Hitler’e ellerini verirlerse kollarını da kaptıracaklarını düşünüyor. Söz konusu olan Büyük Britanya İmparatorluğu’nun bekası; sömürgelerde kimin faşizminin geçerli olacağı… Almanın mı, İngilizin mi?

Film boyunca Churchill’i tek başına bir adam olarak izliyoruz. Arkasında güçlü bir kadın olan karısı Clementine (Kristin Scott Thomas) ve güçsüz bir kadın olan sekreteri Missis Layton (Lily James) var. Sekreter rolü için şöyle de diyebiliriz: İşkencecisine aşık bir kadın tipi. Churchill, hem severim hem de döverim tipi patronlardan. Film, bu Stockholm Sendromu vakasını da yüceltiyor.

Bu iki kadın dışında Churchill’in dostu yok sanki. Tabii gerçekler böyle değil. Churchill değil yalnız olan, Hallifax yalnız asıl. Ama tek başına, gücünü yalnızca halkından alan bir önder tipi çizmek faşizan popülizmin klasik yöntemi. Churchill acaba barış görüşmeleri mi yapsak yoksa savaşsak mı kararını fantastik bir sahnede alıyor. Filme göre, Churchill hayatında ilk defa metroya biniyor ve burada halka soruyor: Savaş mı, barış mı? Kadın, erkek, genç, yaşlı, Zenci, Beyaz herkes bir ağızdan “savaş” diyor! Propaganda sinemasının en banal, en faşizan üslubuyla çekiliyor bu sahne. Ve Britanya İmparatorluğu, Nazi Almanya’sıyla sonuna kadar savaş kararını böyle alıyor! Gücünü halktan alan yalnız, faşizan ve savaşçı lider size birilerini çağrıştırdı mı? İki iğrenç imparatorluğun savaşında, daha az iğrenç olan kahraman oluyor.

Film, Churchill’i, hayatında metroya sadece filmde bir kez binmiş bu adamı, bizden biri olarak algılatmak için elinden geleni yapıyor. Film bittiğinde akan yazılarda Churchill değil, Winston diye ilk ismiyle anlatılıyor Churchill’in maceraları. Winston şöyle yaptı, Winston böyle yaptı. Sanki mahalleden arkadaşımız!

İngiltere her yıl eski başbakan, eski kraliçe, eski kral, eski prenses birilerini bulup, allayıp, pullayıp filmlerle servis ediyor bize. Hepsi propaganda filmleri de en iğrenci buydu. Şimdilik. Ah, Gary Oldman’ın Churchill canlandırması için bir şeyler söylemek lazım herhalde. Oscar’ı alacak ne de olsa. Oldman’ı makyajının altında tanıyamadım. Fena değildi. Ama Mel Gibson’ın faşistliklerini savunan ve ırkçı olduğu söylenen bir oyuncu için belki de bu ırkçıyı canlandırmak zor olmamıştır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com