TARİH: 9 Şubat 2008
GAZETE/DERGİ: Birgün
Charlie Wilson’in Savaşı bize Amerikan’ın dış politikasının 8o’lerde nasıl işlediği üzerine fantastik bir resim sunuyor. Bu resimde entelektüel çabalara hiç yer yok. Hani şu meşhur think-tank’lerden, sağ politikalar üreten akademisyen taifesinden, büyük petrol ve silah şirketlerinin CEO’larından filan eser yok. Onu bırakın CIA ve dışişleri bakanlığı filan da bir şey yapmıyor bu dönemde.
Dönem dediğimiz de Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a girdiği, Taliban’la ya da o dönemki adıyla mücahitlerle çatıştığı dönem. Peki ne var? Birkaç birey var alışageldiğimiz gibi: Teksaslı zengin bir kaltak (Julia Roberts), onun erkek versiyonu play-boy-senatör Charlie Wilson (Tom Hanks) ve Yunan asıllı olduğu için yükselemeyen bir fırlama Central Intelligence Agency (CIA) elemanı (Philip Seymour Hoffman).
İşte bu pek de kahraman olmayan ama sapına kadar Amerikalı yani liberal, yani laik, yani prag-matik olan 3 birey (bir de raportör var) işi bitiriyor: Taliban’a silah yardımı yapılmasını sağlıyorlar; Taliban da Sovyetler Birliği’ni Afganistan’dan çıkarıyor. Ve hatta nihayetinde bu yenilgi sosyalizmin çöküşüne kadar gidiyor.
Ama gel gör ki iş kurumlara kalınca yine tıkanıyor. Yani okul inşasında kullanılacak 1 milyon dolar gibi küçük paralar Afganistan’dan esirgenince, gericilik ülkeye egemen oluyor. Bu da nereye varıyor: 11Eylül’e. Yaa, gördün mü bak, bir okul yapsan iş bitecekmiş. Filistin sorunu ve ABD’nin burada üstlendiği rol filan mesela hiç önemli değilmiş.
‘MÜSLÜMAN EŞİTTİR TERÖRİST’ DENKLEMİ
Bu basitin basiti tarih yorumunu kim yutar bilmem ama bu bakışın ciddi bir propaganda malzemesi içerdiği açık. Film hiç de gerekli olmayan bir sahneyle başlıyor. Nefis, yıldızlarla dolu bir çöl akşamında, bir Müslüman’ın dua eden siluetini görüyoruz. Çok romantik, büyüleyici bir manzara, dindar olmayanlar için bile. Sonra siluet doğruluyor ve elindeki roketatarı seyirciye doğrultup ateşliyor. Müslüman eşittir terörist denklemini seyircinin kafasına daha başka nasıl kakarsınız?
Film zaten her şeyi bireysel çabalara indirgiyor, bir sistemden ve Amerika’nın Ortadoğu’daki çıkarlarından filan hiç söz etmiyor. Amerika’nın tek derdi sanki kötülük timsali Ruslarla. Ruslar da o kadar kaba bir şekilde kötü çiziliyor ki artık bir şey söylemek güç.
ALLAHSIZ KOMÜNİSTLERİN ÖLÜMÜ
Rus pilotlar, kadınlar üzerine sohbet ederken (seks Amerikalıların ağzına yakışıyor bir tek, Rusların ağzında pis kaçıyor) sokaktaki halkı mermi yağmuruna tutuyor. Sonra aynı Rus helikopterlerinin coşkulu bir müzik eşliğinde avlanışını izliyoruz. Allahsız komünistleri ölürken görmenin çok güzel bir şey olduğunu düşünmüş olmalı yönetmen. Güzel değil, söyleyelim.
Allahsız demişken, Teksaslı zengin hatunun da sadece görüntüde dindar olduğunu belirtelim. Peki bu hanım niye Afganistan’la bu kadar ilgili, çıkarı ne? Bilmiyoruz ama Amerika’da dünya halinden tek anlayan insan nedense o. Teksaslı ve zengin oluşu, derdinin petrol olduğunu akla getiriyor ama başkacana bir ipucu yok.
APTAL BİR FİLMLE KARŞI KARŞIYAYIZ
Filmde Ziya ül-Hak ve generalleri, mücahitler falan da görünüyorlar tam bir oryantalist bakış açısıyla. Amerikanın mücahitlere yardım çabalarının ardında savaştan kaçan Afgan mültecilere duyulan acıma duygusunun da bulunduğu iddiası ise gülünç. Irak’tan kaçan milyonlarca insana niye aynı sorumlulukla yaklaşmıyor ABD?
Bu filmin bugün yapılma nedeni şu olabilir bir tek: Taliban’ı ABD yarattı iddialarına “ama biz o sırada iyi bir şey yapıyorduk” diye yanıt vermek. Sonuç olarak kaba saba bir şekilde İslam ve komünizm aleyhtarlığı yapan, Amerika’nın Ortadoğu politikasına en suya sabuna dokunmayan eleştiriyi getirmekle yetinen ve liberal değerlere saygı duruşunda bulunan aptal bir filmle karşı karşıya-yız. Mike Nichols’m ‘Daha Yaklaş’ı (Closer) da yüzeyseldi ama cilasıyla çoğu izleyiciyi tavlamıştı. Bu kez çekirge umarım sıçrayamayacak.