TARİH:  20 Ekim 2012
GAZETE/DERGİ: Birgün

 Tarih kitapta durduğu gibi durmuyor tabii. Yeni Osmanlıcılığın ya da Türk-İslam sentezinin fetihçi versiyonunun iktidarda olduğu günümüzde, ulusalcılık da kendine çeki düzen veriyor, değişiyor… Kısacası al “Fetih 1453”ü vur “Çanakkale 1915”e. Biz bu kafayla gidersek sonumuz Osmanlının sonu gibi olacak…

Sovyetler Birliği döneminde (kaynağını yine bulamadığım) söylenmiş bir söz vardır: “Geleceğin nasıl olacağını biliyoruz. Ama ah, o geçmiş yok mu! Sürekli değişiyor!”, diye. Bu dönemde sinemamız (televizyon ve hatta inşaatçılarımız  da!) tarihe pek bir merak sardı. Tarih bu, kitapta durduğu gibi durmuyor tabii. Yeni Osmanlıcılığın ya da Türk-İslam sentezinin fetihçi versiyonunun iktidarda olduğu günümüzde, ulusalcılık da kendine çeki düzen veriyor, değişiyor. “Dersimiz Atatürk” ve “Gurbet Kuşları”ndan bildiğimiz Turgut Özakman yazmış, “Çanakkale 1915”in senaryosunu. Ulusalcı diye bildiğim Özakman bu senaryoyu beş on sene önce yazsaydı çok farklı yazacağına inanıyorum. Atatürk çok daha ön planda olur, ezandı, namazdı, duaydı filmde bu kadar çok duyulmazdı. Ama bir şey değişmezdi sanırım: Özakman “Dersimiz Atatürk”te yaptığı gibi yine Emin Oktay’ın ortaokul ders kitaplarından alınmışa benzeyen bir iş çıkarırdı. Yani bolca, pis düşman şunu yaptı, kahraman Türk ordusu bunu yaptı, düşman çok güçlüydü ama Türk’ün damarlarında akan asil kanı hesaba katamadı falan türünden bir şey olurdu, şimdi de olduğu gibi. Özakman’ın işlerinde değişmeyen şeyler var. Özakman’ın hikâyesine dayanan, Halit Refiğ’in çektiği ve hak etmediği halde bir başyapıt muamelesi gören “Gurbet Kuşları”ndaki (1964) Rumların temsiline bakın, utanacaksınız!
KENDİMİZİ TESELLİ EDEBİLİRİZ!
Çanakkale 1453’te de bu tip bir aşağılamadan söz etmek mümkün. Filmin başlarında Çanakkale savunmasında üç alayın görev aldığı söyleniyor. Bunlardan biri karışık olduğu söylenen ama tek bir Kürt dışında tamamı Türklerden oluşuyor gibi görünen bir alay ki hikâyemiz onları anlatıyor. Hikâyesi anlatılmayan, anlatmaya değer görülmeyen iki alay daha varmış. Bu iki alayın erlerinin tamamı Osmanlı’nın o dönem bir parçası olan Suriyeli Araplardan oluşuyormuş. Film bize bunlar da vardı ama onlar savaşmayı ne bileceklerdi ki şeklinde bir şey söyleyip, konuyu kapatıyor. Büyük Britanya’nın Çanakkale Savaşı öyküsünü, “bir de Avustralya ve Yeni Zelanda’dan gelen Anzaklar vardı ama onların hikayesi önemsizdi” diye anlatması neyse, bu da o. Tabii Britanya böyle bir şey yapmaz, yapmıyor bu çağda. Anzaklara saygıda kimse kusur etmiyor. Ama Çanakkale’de Osmanlı adına savaşan erlerin üçte ikisinden fazlasını oluşturan Suriyeli Arapların hakkını koruyacak kimse yok bu ülkede. Anlaşılan o ki asıl savaş Araplarla Anzaklar arasında olmuş ama bizim bu gerçeğe ulaşmamız için daha en az bir yüzyıl geçer. Ortadoğu uzmanı gazeteci Robert Fisk bir makalesinde “Çanakkale’de Osmanlı adına aslen Araplar savaşmıştı”* demişti. Ben bu makalenin linkini Facebook’ta verince birkaç arkadaşım itiraz etmişti. Şimdi bir başka kaynak daha, aşağılayarak da olsa savaştaki Suriyeli Arap gerçeğini dile getirmiş oldu. Bu da bizim kârımız olsun diye teselli edebiliriz kendimizi.
“EN İNSAN BİZİZ!”
Ö dönem bizim için savaşan Suriyelilere, bugün o eski emperyalistlerle müttefik olan Türkiye savaş açıyor. Bu filmin hizmet ettiği bir şey varsa, o da bu dönemin ihtiyaç duyduğu savaşçı, militarist ruh haline gaz vermek. Bir de ulusalcılıkla, milliyetçiliğin arasını bulmak. Hepimiz Müslümanız, hepimiz asker doğarız, en insan biziz, en kahraman biziz vs. Çanakkale Savaşı’nın bile İttihatçıların maceraperestliği yüzünden yaşandığını iddia eden tartışmalar bu filme uzak. Osmanlı sanki dünyanın en barışçı ülkesiyken pis emperyalistlerin saldırısına uğramış. Sanki kendisinin başkasının topraklarında gözü hiç olmamış ve sanki Çanakkale Savaşı’nın yaşandığı 1915’te kendi ülkesinin Ermeni vatandaşlarını kadın erkek demeden kıyıma uğratmamış gibi… Ama biz dünyanın en iyi insanları olduğumuza inanmaya devam edelim yoksa başka neye tutunacağız?
DİJİTAL HAREKETLER BUNLAR
Filmde bir olay örgüsünden, karakterlerden filan söz etmek mümkün değil. Atatürk her zaman olduğu gibi, kasıntı ve poz kesen biri olarak canlandırılıyor. Sanki çok önemli bir şeymiş gibi mavi gözlü olduğunun altı dijital olarak da çizilerek… Düşmanlar ya da yabancılar da düşman işte. En safiyane duygularla kendilerine yaklaşmaya kalkan Türk’ü anında alnından vuruyorlar… Bizse savaşsak da insanlığı hiç elden bırakmıyoruz. Allah’ın adı film boyunca ağızlardan düşmüyor.  Kısacası al “Fetih 1453”ü vur “Çanakkale 1915”e. Biz bu kafayla gidersek sonumuz Osmanlının sonu gibi olacak ama elden eleştiri yazmaktan başka bir şey gelmiyor. Filmin yönetmeni Yeşim Sezgin’in bir kadın olması da düşündürücü. Militarizmi sadece ordunun tekelinde sanan ve AKP’yle birlikte militarizmin defterinin dürüldüğüne inanan bir kitle var. Erkek egemen ideolojinin sadece erkeklere özgü olduğunu sanmak gibi bir şey bu: “Çanakkale 1915” militarizmin ve hamaset edebiyatının sivil-asker, erkek-kadın ayrımı yapmadığını göstermesiyle pozitif bir işleve sahip olabilir. Ne demişler “bir işe yaramıyorum diye üzülme, kötü bir örnek olarak her zaman bir işe yarayabilirsin!”
*Independent’te çıkan “Robert Fisk: Great War Secrets of the Ottoman Arabs” adlı makalede Osmanlı saflarında Müttefiklere karşı savaşan Arap sayısının, Arabistanlı Lawrence’ın öncülüğünde Arap isyanına katılanlardan çok daha fazla olduğu da söyleniyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com