TARİH:  1 Eylül 2008
GAZETE/DERGİ: Birgün

Neoliberal ekonomi düşüncesinin kökleri 1950’lerin başlarına kadar gidiyor. Sermayenin, önünü tıkayan sosyal devlet anlayışına karşı bu akımın temelleri sonradan ekonomi dalında Nobel Ödülü kazanan Milton Friedman tarafından 1950’lerde atılmıştı. Friedman’ın Ford Vakfı’nın burslarıyla Chicago Üniversitesi’nde okutulan Şilili talebeleri daha sonra kanlı diktataör Augusto Pinochet’yle elele verecek ve Şili ekonomisini iç ve dış sömürüye açacaklardı. Tabii, sendikacılar, aydınlar ve genelde solun bütün kesimleri üzerinde estirilen inanılmaz bir terörün de yardımıyla. Neo-liberalizm daha sonra başka ülkelere de ihraç edildi. 12 Eylül’de Turgut Özal aracılığıyla bize geldi, Kemal Derviş (Dünya Bankası ve IMF olarak da okunabilir) ve AKP ile sürdürüldü. İngiltere’de uygulaması ise Thatcher döneminde başladı. İngiltere’de darbe olmadı ama Thatcher’in çok işine yarayan küçük bir savaş çıktı: Falkland Savaşı. Savaş küçüktü ama Thatcher içerde esen milliyetçi, militarist dalgadan yararlanmasını iyi bildi. Birlik ve beraberlik ruhu içinde sendikaları etkisizleştirdi, kamu harcamalarını kıstı ve “toplum diye bir şey yoktur” diyecek kadar aşırı bireyci bir ideolojinin yerleşmesini sağladı.

KİM UCUZ MAL İSTEMEZ Kİ?
Dünya sinemasının az sayıdaki Marxist yönetmenlerinden Ken Loach’ın son filmi ‘İşte Özgür Dünya’nın kahramanı Angie (Kierston Wareing) işte bu Thatcher kuşağı çocuklarından biri. Bizde Özal nasıl ‘işini bilen’, ‘işbitirici’, dünyaya karşı hiçbir sorumluluk taşımayan, bencil bireyler yetiştirdiyse, Thatcher da aynısını İngiltere’de yapmıştı çünkü. Fakat filmin kahramanını bu kadar kötülediğime bakmayın, filmde Angie hiç de anlaşılmaz bir kötülüğün (mesela ‘İhtiyarlara Yer Yok’un Chigurgh’u) temsilcisi gibi durmuyor. Loach, kötülüğün kaynağını net bir biçimde sistemin mantığında arıyor. Belli bir kültürde zaten sistemin değerleriyle büyüyen insanlar, tabii ki sistemin ekonomik çarklarıyla da uyum sağlamayı beceriyorlar. Angie ücretli bir memur olarak çalışırken patronunun tacizine uğruyor ve haksız yere işten çıkarılıyor. O da kendi işçi bulma şirketini kurmaya karar veriyor. İngiltere zor koşullarda çalışmaya hazır yabancılarla, özellikle de Polonyalılarla kaynadığı için (2,5 milyon civarında yabancı işçilerin sayısı) Angie de Doğu Avrupalı göçmenlere yöneliyor. Önce legal çalışırken, çalışma izni olmayan kaçak göçmenlerin daha büyük bir kar kapısı olduğunu keşfediyor kısa sürede. Devletin de bu aciz ve ucuz işgücüne hiç de itirazı olmadığını da görüyor. Ucuz emek, ucuz mal demek. Kim ucuz mal istemez ki? Ayrıca sendikaların gücünü de azaltıyor bu uygulamalar çünkü legal hakları ve sendikaları olan işçilerin yerine alınacak savunmasız işçi hazır.

Angie, kendi çıkarları doğrultusunda gerekirse herkesi satmaya hazır biri haline geliyor bu ortama uyum sağlayarak. Kimi zaman bedel ödemesine, ciddi ailevi krizlere girmesine rağmen yoluna devam ediyor. Loach ilk kez kurbanların tarafından değil de ezenin tarafından bakarak sistemin, sıradan düzen insanı üzerinden nasıl yürüdüğünü çok başarılı bir biçimde gösteriyor. Ama bu bir sosyoloji ders filmi değil. Yaşayan karakterleri ve hiç aksamayan bir temposu olan, çok iyi oynanmış, sağlam bir sinema filmi. Bizlere ilericilik diye sunulan ama özünde 1929 öncesi vahşi kapitalizmine dönmekten başka bir şey olmayan neoliberalizmin çöktüğü şu günlerde ‘İşte Özgür Dünya’yı kaçırmak, akıl kârı değil.

İşte Özgür Dünya

Orijinal Adı: It”s a Free World Yönetmen: Ken Loach Oyuncular: Kierston Wareing, Juliet Ellis, Leslaw Zurek, Joe Siffleet, Colin Caughlin, Maggie Russell Türü: Dram Ülke: İtalya, Almanya, İspanya, Polonya Süre: 96 dakika

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com