TARİH:  14 Nisan 2005
GAZETE/DERGİ: Birgün

‘Beau Travail’ filminde Tarkan’ın şarkısını kullanan ünlü Fransız yönetmen Claire Denis’in büyükannesi, I. Dünya Savaşı’nda Galatasaray’a gelip büyük bir aşk yaşamış.

İstanbul Uluslararası Film Festivali’nde ‘Davet siz adlı filmi gösterilen Fransız yönetmen Claire Denis’i. “Beau Travail’. ‘Trouble Every Day “Friday Night’, ‘Nenette ve Boni’ gibi filmlerinde tanıyoruz. Az diyaloglu ve görsel anlatıma dayanan stiliyle öne çıkan Claire Denis ile konuştuk. 

Dünkü master class nasıl geçti? 

Çok rahatlatıcıydı. O güzel yerde (Boğaziçi Üniversitesi) sanki tatile çıkmış gibi hissettim kendimi. Aslında master class’ları pek sevmem. Öğretmekten nefret ederim. Ne öğretebilirsiniz ki eğer gerçekten dürüstseniz. Kendi deneyiminizi bir örnek olarak başkasına aktaramazsınız. Çünkü deneyim birçok mistik öğeden ve üstesinden gel meniz gereken felaketlerden oluşur. Genç insanlara örnek olarak gösterebileceğiniz tek şey bütçenizle, senaryonuzu nasıl birbirine uydurduğunuz olabilir. İnsanların ellerindeki bütçeyle hayallerin deki gerçekleştirmelerine yardımcı olunabilir. Örneğin ilk yönetmenlik denememde ben her şeyi çekmek istiyordum ama şimdi bir elips şeklin de kurgulayarak birkaç sahneyi tek bir güçlü sahne olarak çekebiliyorum. 

Jane Campion kendi master class’ında ‘atmosferin önemli olduğunu söyledi? Sizin için de öyle midir? 

Atmosfer benim kendi lisanımda karakterin soluduğu havadır. Bu anlamda atmosfer yaratmak içinde balıklarınızın yüzeceği suyu yaratmaktır. Dolayısıyla atmosfer bir karakterin psikolojisini anlatan herhangi bir diyalogdan daha önemlidir. Filmde bazı şeyler seyirciye açıklanmadan ona hissettirilmeli. Bu anlamda Jane Campion’la hemfikirim. 

Filmlerinizde müzik de önemli bir rol oynuyor. Örneğin ‘Nenette e Boni’ ile ‘Trouble Every Day” için Tindersticks ile çalıştınız. 

Tindersticks grubundan Stuart Staples ile 1995 yılında ‘Nenette ve Boni’yi çekerken tanıştık. Ve ‘Beau Travail’ hariç genellikle birlikte çalıştık. Böyle şeyler ancak şans ile olabilir. Müziğin atmosfer yaratmak açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ayrıca kendime ve aktörlerime fazla birşey anlatmama da gerek kalmıyor. Örneğin ‘Davetsiz’i çekmeye başlamadan önce başroldeki Michel Subor’a senaryoyu son ana kadar okutmadım. Ama ona Johnny Cash’in son iki albümünü verdim ve bunları dinlemek senin için yeterli olacak dedim. Tabii soundtrack’ta Johnny Cash kullanmadım çünkü o zaman çok abartı olurdu. Bu kırık ses, ölüme yaklaşmış, pişmanlık ve suçluluk duygusu ile dolu ama içinde hâlâ yaşama isteği olan yaşlı adam karakterini daha iyi anlamasını sağladı. 

Film için konularınızı bulurken her zaman edebiyattan mı yararlanıyorsunuz? 

“Davetsiz” için Jean Luc Nancy’nin kitabını okudum. Gerçek bir hikâyeydi. Nancy, kendisine yapılan kalp nakli ile ilgili deneyimlerini yazmıştı. Ama ameliyattan bahsetmek yerine vücuduna giren bu yabancıdan bahsetmesi beni çok etkiledi. Kalbinizi sorgulamazsınız. Ama düşünün ki birden duygularınızın sembolü olan bu organ zayıflıyor. Hâlâ hayattasınız ama hissetme kapasitenizi sorgulamaya başlıyorsunuz. O yüzden ‘Davetsiz’ başlığını korudum. Bu bir adaptasyon olmadı. Adapte edemezsiniz. Ama bu hikâyeden esinlendim. 

‘Beau Travail’ filminiz Tarkan’ın şarkısıyla açılıyor. Bu şarkıyı nasıl seçtiniz? 

Filmin geçtiği Cibuti’deyken gerçek lejyonerleri gördüğüm tek yer gece kulüpleriydi. Gece kulüplerinde çalışan, diğer Afrika ülkelerinden gelen kızlar, lejyonerler kulübü doldurmadan evvel kendi kendilerine Tarkan’ın “Oynama Şıkıdım Şıkıdım”ını dinleyerek eğleniyorlardı. Gerçekte hayatları pek de eğlenceli olmayan kızları, bu şarkının, bu kadar mutlu etmesi beni etkiledi ve filme koydum. Prodüktörüm bunun bize pahalıya patlayacağını söyledi. Ama Tarkan ile Paris’e geldiğinde konuştuk. Müzik için paran var mı diye sordu. Yok dedim. O da peki al istediğin gibi kullan dedi. Gerçekten Tarkan çok iyi ve kibar bir insan. 

Gelmeden önce İstanbul hakkında ne biliyordunuz? 

Benim büyük annem 19 yaşındayken, I. Dünya Savaşı sırasında, Fransa’dan kaçıp iki bebeği ile İstanbul’a, Galatasaray’a gelmiş. Kocası savaştayken o burada sevgilisiyle buluşmuş. Ölmeden önce bana hep ‘Galatasaray’a gitmelisin’ derdi. Onun için İstanbul dünyanın en güzel yeriydi çünkü burada sevgilisi ile beraber olmuştu. 15 yıl İstanbul’da yaşayıp sonra Bankok’a gitmiş. Orada büyük babam ile evlenmiş ve babam dünyaya gelmiş. İstanbul’dan alınmış küçük bibloları vardı. Ne zaman Paris’in merkezine insem bana simit aldırırdı. Ben de bugün Galatasaray’da dolaşıp babam için fotoğraflar çektim. 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com