TARİH: 1 Mart 2009
GAZETE/DERGİ: Birgün
“Süt”ü seyrettikten sonra, “Yumurta”yı da elbette yeni bir biçimde algılıyoruz. Muhtemelen aynı şey serinin son filmi olan “Bal”ı izledikten sonra da olacak…
“Süt”, Semih Kaplanoğlu’nun “Yusuf Üçlemesi” adını verdiği filmlerinin ikincisi. Hatırlanacağı üzere üçlemenin ilk ayağı “Yumurta” adını taşıyordu ve aldığı ödüllerle geçen yıla damgasını vurmuştu. “Yumurta”da üçlemenin kahramanı Yusuf, annesinin ölüm haberini aldıktan sonra memleketi Tire’ye dönüyordu. Bu dönüş aynı zamanda anneye dönüş anlamına da geliyordu. Yusuf annesinin muhtemelen kendisini baş göz etmek isteyeceği bir genç kızla yakınlaşıyor, kasabayı bir türlü terk edemiyordu.
YUMURTA’YI YENİDEN DÜŞÜNECEĞİZ
“Süt”ü seyrettikten sonra, “Yumurta”yı da elbette yeni bir gözle düşünüyoruz. Muhtemelen aynı şey serinin son filmi “Bal”I izledikten sonra da olacak. “Süt” Yusuf’u yetişkinliğe geçiş aşamasında yakalıyor. Babasını kaybetmiş olan Yusuf annesiyle yaşıyor. Şiire meraklı, yazdığı şiirleri dergilere gönderiyor. Bir yandan da annesiyle pazarda süt rünleri satıyor ya da sepetli motorsikletiyle ev ev dolaşıp süt pazarlıyor. Okuldaki edebiyat öğretmeniyle yakınlaşma çabaları ise karşılık bulamıyor. Çünkü öğretmeni, Yusuf’un yıllar sonra “Yumurta”nın başında karşılaştığımız halinden de beter durumda. Yusuf’un babası yerine koymaya çalıştığı, rol modeli olarak gördüğü öğretmeninin sarhoş olmaktan başka bir şeye inancı kalmamış. Yusuf’un tek sorunu yetişkin erkekler değil; kızlarla ilişkisi de sorunlu. Açıkçası içine kapanık sütçü Yusuf kızlara cazip gözükmüyor pek. Ama Yusuf için esas kadın zaten henüz annesi. Yusuf’un kızları çok da ciddi kafasına taktığı yok, arada bir onlardan etkilendiğini görsek de. Onun aklında, filmin afişinde de ayan beyan ortada olduğu gibi annesi var. Yusuf, annesinin esas erkeği olmak istiyor ya da öyle sanıyor kendisini. Ama yanıldığını anlıyor elbette. İstasyon şefiyle annesinin flört etmeye başlaması Yusuf’u derinden sarsıyor. Erkekliğine güveni bir de askerlik şubesinde çürüğe çıkarılmasıyla dibe vuruyor Yusuf’un. Bu yeni peydahlanan baba adayını öldürmek ve anneye tek başına sahip olmak isteği, ilahi bir müdahaleyle karşılaşıyor. Ama Yusuf bunu da aslında anlaması gerektiği gibi anlamıyor. Yabani kaz avlamakta olan baba adayını öldüreceği sırada karşısına kocaman bir yayın balığı çıkıyor Yusuf’un. Yayın balığını kaptığı gibi annesine götürüyor Yusuf, avdan ganimetiyle dönmüş yetişkin bir erkek edasıyla. Babayı sürklase ettiği yanılgısı kısa sürüyor ama Yusuf’un. Baba çoktan kazı avlamış, annesini de tavlamıştır. Yusuf’a yenilgiyi kabullenip ayrılmak düşer. Yolu artık işçi sınıfının yoludur Yusuf’un.
‘YUMURTA’ İLE ‘SÜT’ÜN ARASI BEKLENİYOR
Arada ne olmuştur da Yusuf işçi sınıfının yolundan ayrılmış, şairlik yaptıktan sonra sahaflıkta karar kılmış ve nihayetinde çıktığı yere geri dönmüştür? Anneden kopuşu neden gerçek bir kopuş olamamış, annesinin rolünü üstlenen bir kıza meyletmiştir? Kaplanoğlu, “Yumurta” ile “Süt”ün arasını dolduran dördüncü bir film yapmazsa bu soruların cevabını öğrenemeyeceğiz. (Ama zaten biliyoruz değil mi? “Sonbahar”da sözünü ettiğim regresyon kavramıyla birlikte düşünüldüğünde burada da farklı bir şekilde de olsa benzer bir anneye dönüşle karşı karşıya olduğumuz söylenebilir). Bu arada şunu da söyleyeyim: “Sinema” dergisinde yönetmenle yapılan röportajı okursanız, Kaplanoğlu’nun filmi hakkında hiç de benim burada söylediklerime benzer düşünceleri olmadığını göreceksiniz. Ama ben “Süt”ü böyle anlıyorum, ne yapayım?