TARİH: 7 Ekim 2005
GAZETE/DERGİ: Birgün
Ödüller sahiplerini buldu ama tartışmalar devam ediyor. Bu tartışmalardan birini başlatan ve basının dikkatini en çok çeken isim ‘Eğreti Gelin’ filmiyle ödül alamayıp Antalya’dan eli boş dönen, oyuncu Nurgül Yeşilçay oldu
Festival bitti ama kavgası bitmedi. Özellikle Nurgül Yeşilçay’ın hezeyanları, oyuncunun ödül alamayınca şirazeden çıktığını gösteriyordu. Bilindiği gibi Nurgül Yeşilçay “Eğreti Gelin’deki rolüyle en iyi kadın oyuncu ödülüne adaydı. Ama “Eğreti Gelin” hiçbir dalda ödül alamadı, tabii Nurgül Yeşilçay da. Böyle olması da doğaldı çünkü “Eğreti Gelin” hiç bir bakımdan ödül alan filmlerden üstün değildi. Doğrusu en sevmediğim şey Türk filmlerini eleştirmek. Birisi bana “yaptığın işi sevmedim” deyince ne kadar çok etkilenebildiğimi bildiğim için başkalarını aynı duruma sokmayı hiç istemiyorum. “Eğreti Gelin’i de hiç beğenmemiş ama bu nedenle eleştiri yazmaktan kaçınmıştım. Ama madem Yeşilçay ağzını açıp, gözünü yumuyor ben de “Eğreti Gelin’in neredeyse hiçbir anında müsamere düzeyini aşamadığını gecikmiş olarak söyleyeceğim.
Yeşilçay demiş ki: “Mesela 40 yılını sinemaya vermiş Şener Şen’le bizim filmdeki Onur nasıl aynı kategoride yarıştırılabiliyor? Bu Oscar gibi popülist bir ödül töreni mi, Sundance Film Festivali gibi bağımsız filmler festivali mi?” Yeşilçay’ın söylediklerinden Antalya’dan, Oscar gibi popülist bir ödül töreni olmasını beklediğini anladık. Bir de ilk filmlerini yapanlarla, tecrübelilerin, yaşlılarla gençlerin aynı kategorilerde yarışamayacağını… Peki, yakın tarihten birkaç örnek vereyim. Yıl 1993: En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscarı’nı Yeni Zelandalı 11 yaşındaki Anna Paquin “Piyano” filmindeki rolüyle aldı. Bu, Paquin’in ilk filmiydi. Yıl 2004: En İyi Kadın Oyuncu Oscarı’na aday isimlerden biri “Whale Rider’daki rolüyle Avustralyalı Keisha Castle-Hughes’du. 13 yaşındaki Hughes “Whale Rider”la ilk kez kamera karşısına geçmişti. Björk 2000 yılında, Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü yine ilk filmiyle almıştı.
Çok popülizm, çok satış
Yeşilçay oyuncularla yetinmemiş, yönetmenlere de karışmış ve şöyle demişti: “Mesela Türev’in yönetmenini neye göre değerlendiriyorsun? Daha önce yaptığı işlere göre bu kez farklı bir tarz mı oluşturdu?
Adamın daha önce yaptığı bir iş yok ki! Bütün festivallerde bunlar farklı kategorilerde incelenir. İlk kez yönetmenlik yapan birine de ödül verirsin tabii ama ilk kez yönetmenlik yapmayanla karşılaştırmazsın. Cannes’da bile ilk kez yönetmenlik yapanlar için ayrı bir klasman vardır”. Yeşilçay eksik biliyor ve işkembeden konuşuyor. Hiç araştırma yapmadan söyleyeyim: Robert Redford “Ordinary People” (1980; Sıradan İnsanlar), Kevin Costner “Dances With the Wolves”‘la (1990; Kurtlarla Dans) En İyi Film Oscarı’nı kazandılar. İki oyuncunun da yönetmen olarak ilk filmleriydi bu filmler. “American Beauty” (Amerikan Güzeli; 1999) tiyatro yönetmeni Sam Mendes’in ilk sinema filmiydi ve Oscar’ların çoğunu almıştı. Steven Soderberg 1989’da yine ilk filmi “Sex, Lies and Videotape’le (Seks Yalanları) Cannes’da Altın Palmiye kazandı. En iyi ilk filmlere verilen Altın Kamera Ödülü’nü değil! ‘Yurttaş Kane” Orson Welles’in ilk filmiydi! “Potemkin Zırhlısı” Ayzenştayn’ın sadece ikinci filmiydi! Eminim daha onlarca örnek vardır.
Yeşilçay, daha abuk sabuk bir sürü laf ediyor. Söyledikleri Antalya’da en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanan Beste Vildan Atasever’e hakaret niteliğinde. Yeşilçay kendisini küçük düşürmüş bu söyledikleriyle. Yeşilçay’ın hayal kırıklığıyla saçmalaması bir yere kadar anlaşılır olsa da, basındaki yazar kılıklı şakşakçılarının abukluklarını açıklayacak bir gerekçeleri yok. Bunların tek derdi var: Daha çok satış ve popülizm! Sinemadan da zerre kadar anlamıyorlar.
Benim Antalya’daki en iyi kadın oyuncu dalındaki favorilerim “Türev”‘deki rolleriyle Beste Bereket ve Gülçin Santırcıoğlu’ydu. Dolayısıyla Beste Bereket’in ödülü almasına sevindim. Vildan Atasever de bence başarılıydı ve jürinin tercihi benim için gayet anlaşılır bir tercihti.
Ama Atasever’in aynı başarıyı farklı rollerde tekrarlayabileceğini zannetmiyorum, umarım yanılırım. En iyi film dalındaki adayım ise Reha Erdem’in “Korkuyorum Anne’siydi. Ama yine “Türev”in alması benim için gayet anlaşılır bir tercihti; çünkü “Türev” eksikliklerine rağmen kalburüstü bir filmdi. Oyunculukları, diyaloglarıyla etkileyiciydi. İlk üç film konusunda kısacası jüriyle mutabıkım ama bana kalsa yerleri değişik olurdu.
Her neyse, sonuçta bu kararlar bir jürinin kararları ve jüri üyelerinin tek tek hiçbirinin tercihlerini tam olarak yansıtmıyordur, herhangi birimizinkini niye yansıtsın?
Bu arada En İyi Belgesel Ödülü’nü alan ve daha önce Bodrum Film Festivali vesilesiyle sözünü ettiğimiz Bingöl Elmas’ın “Ağustos Karıncası”nı da tekrar analım. Dileyelim ki bu başarılı belgesel, televizyon kanallarından biri tarafından alınır ve seyirci önüne çıkar.
Antalya Film Festivali sonuçta başarılı bir organizasyondu, bize de emeği geçen herkese teşekkür etmek düşüyor.