TARİH:  29 Eylül 2005
GAZETE/DERGİ: Birgün

“Gerçekten de büyütülecek bir şey olmamıştı ama Altın Portakal’ın en önemli olayı buymuş gibi medyaya yansıdı. Olayın sinemayla bir ilgisi yoktu ama ‘medyatik’ti işte. Ayrıca Harrelson, Madsen’ı döverdi, bu da başka bir bilimsel gerçekti…” 

Kafam tipik bir muhabir gibi çalışmadığı için, Michael Madsen’la Woody Harrelson arasındaki gerginliği yazmak aklımın ucundan geçmezdi. Oysa gazeteci Ege Görgün’le birlikte belki de “olay’a en yakın pozisyondaki gazeteciler bizlerdik. Tamam, bir şey oldu ama Hürriyet’te yazdığı gibi Harrelson’la Madsen neredeyse kapışacaklardı da, David Carradine aralarına girip Madsen’a sarılarak kavgayı engellemedi. O kadar çok şey söylenince, bari ben de gördüklerimi anlatayım. 

Carradine, Harrelson ve Madsen yan yanaydılar. Madsen’ın normal biri olmadığını anlamak için onu birkaç dakika gözlemlemek bence yeterli. Kendisine yakıştırdığı maço delikanlı rolüne o kadar inanmış ki, büyük ihtimalle kendisine bütünüyle yabancılaşmış, kendisine biçtiği rolün hizmetçisi olmuş. Yani, sürekli kasıntı bir halde dolaşan, sürekli görünmez bir fotoğrafçıya poz veren birine inanabilir mi siniz? Üstelik, gazeteci Murat Erşahin’in dediğine göre bu kişi Bush taaftarı olarak tanınıyorsa… 

Woody Harrelson ise Hollywood’un sol kanadının önemli temsilcilerinden, akıllı bir adam. Dolayısıyla o sırada tamamen Harrelson’ın tarafını tutarak “olay”ları izliyordum. Madsen, dengesiz davranışlar içindeydi. Madsen, David Carradine’e sarılıyordu, Carradine Madsen’a değil. Ve arada Harrelson’a da laf atıyordu. Sanki, kendisine Carradine’ı yandaş ilan etmek istiyordu. Ama bir saldırma ve Carradine tarafından engellenme falan söz konusu değildi.Harrelson onların yanlarından ayrılırken Madsen horozlanan bir tarzda Harrelson’a bir şeyler söyledi ama ne yazık ki ne dediğini anlamadık. Harrelson yanlarından ayrılıp salata yemeye başladı. 

Ege Görgün, Harrelson’ın yanına gidip konuşma kapısı aralamaya çalıştı ama Harrelson keyifsiz görünüyordu. Ege, pek iyi görünmediğini söyleyince Harrelson, “evet, bir süre daha iyi olmayacağım” dedi. 

Ben kafamda Madsen, Harrelson gerginliğinin politik olduğuna karar verdim ve Harrelson’a desteğimi esirgememem gerektiği fikrine kapılarak yanına gidip “Mr. Harrelson, oyunculuğunuzu ve politik duruşunuzu beğeniyorum” dedim. Hemen yüzüne bir gülümseme yayıldı ve bana sorular sormaya başladı “nerede çalışıyorsun, nerede yaşıyorsun?” Kendisi Hawaii’de yaşıyormuş. Hawaii deyince ona bakarken aklımdan geçen bir düşünceyi söyledim. Harrelson’da Marlon Brando’yu andıran bir şeyler var. Çene yapısında mı, dudaklarında mı, mimiklerinde mi, bir yerde bir şey var işte… 

Şimdi de mekansal bir bağlantı ortaya çıkmıştı. Brando’nun Tahiti’de bir adası vardı, Harrelson Hawaii’de yaşıyordu… Harrelson’a bunu söylediğimde, Brando taklidi yaptı ve “Brando muhtemelen gelmiş geçmiş en iyi aktördür. Bir benzerlik varsa aramızda bu bana gurur verir.” dedi. Sonra Ege Görgün’ün sorusu üzerine en sevdiği filminin Milos Forman’ın yönettiği “Larry Flint” olduğunu söyledi. 

Daha sonra akşam açılış töreninde Woody Harrelson sahneye çıktığında, Michael Madsen kalkıp salonu terk etti. Olayın aslı neydi, bu kimse tarafından tam olarak anlaşılamadı. Harrelson daha sonra verdiği röportajlarda “büyütülecek bir şey olmadığını ama birbirlerinden pek de haz ettiklerinin söylenemeyeceğini” belirtti. Evet, gerçekten de büyütülecek bir şey olmamıştı ama Altın Portakal’ın en önemli olayı buymuş gibi medyaya yansıdı. Olayın sinemayla bir ilgisi yoktu ama “medyatik”ti işte. Ayrıca Harrelson, Madsen’ı döverdi, bu da başka bir bilimsel gerçekti… 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com