TARİH: 23 Ekim 2010
GAZETE/DERGİ: Birgün
Son bir aydır leyleği havada görmüş gibi, o festival senin bu festival benim seyahat ediyorum. Mardin, Almatı, Antalya derken şimdi de Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Abu
Bu kez de NETPAC yani Asya Sineması’nı Teşvik Ağı diyebileceğimiz kurumun jürisindeyim. Almatı’daki festivalde Tayfun Pirselimoğlu’nun filmi ‘Saç’ NETPAC ödülünü almıştı (Azeri yönetmen Elçin Musaoğlu’nun ‘40. Kapı’ filmiyle birlikte). Müjdeyi hemen vereyim: Bu kez de NETPAC ödülünü bizden bir film, Belma Baş’ın Antalya’da görmezden gelinen filmi ‘Zefir’ kazandı. Jürinin benim dışındaki diğer üyeleri Granada Film Festivali yöneticisi ve akademisyen Alberto Elena Diaz ve Güney Koreli yönetmen Kim Do Kyung idi. Ödülümüzün gerekçesi ise şöyle şekillendi: “Bir kopuş ve büyüme öyküsünü son derece duyarlı ve kontrollü bir biçimde ve çarpıcı bir sinematografiyle anlatması nedeniyle Zefir en iyi film ödülüne layık görülmüştür”. Zefir, Antalya’daki ilk seyredişimde beni o kadar etkilememişti ama ikinci kere izlediğimde filmi çok beğendim. Film anneler ve kızlarının o son derece zor sevgi-nefret ilişkisine odaklanıyor ve hemen hemen hiçbir zaman kavramsal bütünlüğünden uzaklaşmıyor. 11 yaşındaki Zefir annesinden kopuyor filmin ana damarındaki öyküde. Ama bir buzağı da daha önce annesini kaybediyor. Keza anne inek de sahibi için kızından farksız. Böylelikle kayıp ve kopuş insan – insan, insan – hayvan ve hayvan – hayvan arasında filmin bütününe yayılıyor. Kayıp duygusunu, Kazım Koyuncu’yu hatırlayarak da yaşıyoruz filmde. Fakat bunca kayıp melankoliye kapı açmıyor. Zefir bize cevaplar vermekten çok sorular sordurtmak istiyor. Film, annenin siyasi olmaktan çok sosyal bir sorumluluk duygusuyla kızını terk ettiğini hissettiriyor.
SEÇİMİ 16 FİLM ARASINDAN YAPTIK
NETPAC yalnızca Asya kökenli yönetmenlerin filmlerini değerlendirmeye alıyor. Abu Dabi Festivali’ndeki yarışma bölümleri ise Asya ile sınırlı değil. Bizi seçimimizi festivalin konulu uzun metraj, belgesel ve yeni ufuklar (ilk filmler) adlı yarışma bölümlerindeki bizim kriterlerimize uyan 16 film arasından yaptık. Bu filmler arasında dikkat çekici olan diğer filmlerden bazılarına değineceğim. Irak filmi Gesher büyük bir rafinerideki kullanılmayan dev borular içinde yaşayan 3 göçmen işçiyi anlatıyordu. Vahid Vakilifar son derece zor koşullarda ve yoksulluğun dibinde yaşayan bu insanları anlatırken onların yaşama direncine bir saygı duruşunda bulunuyordu. Etkileyici bir ilk filmdi Gesher (bir deniz yumuşakçasının adıymış gesher). Lübnan’ın travmalarla dolu tarihinden söz eden ilgi çekici filmler vardı. Bir Daha (Marra Oukhra) Suriye’nin Lübnan’ı işgali sırasında başlıyor ve Şam’da devam ediyordu. Bu sırada yaşadığı kaza sonucu hafızasını yitiren bir çocuğun öyküsü, geçmişten ders alamamanın bir metaforuna dönüşüyordu. Bahij Hojeij ‘Yağmur Yağacak’da Lübnan’da 1990’larda kaçırılıp 20 yıl tutsak kaldıktan sonra serbest bırakılan bir adamın yaşamına odaklanıyordu. Geri dönmek sorunları çözmüyordu elbette. Bu büyük travma hem geride kalanları hem de kaçırılanları temelden değiştirmiş oluyordu çünkü. Bir de hiç geriye dönemeyenler vardı elbette. Lübnan halkının trajedisi kolay kolay atlatılacak gibi değil. “Tamam, yeter, eyvallah” (Tayeb, khalas, yalla) ise apolitik bir Lübnan filmi olarak ayrı bir yerde duruyordu. Bunda iki yönetmeninden birinin Amerikalı oluşunun da rolü olsa gerek. Film 30’larına gelmiş olmasına rağmen annesinden kopamamış bir pastacının öyküsünü anlatıyordu. Bu bağımsızlaşamama hali Lübnan’ın ülke olarak haline de benzese de yönetmenler apolitik olduklarını vurguladılar. Film çok başarılı başlangıcını sonuna kadar sürdüremedi fakat. “Bir Zamanlar Komünisttik” (Sheoeyin Kenna) adı üzerinde bir grup eski komünist üzerinden Lübnan tarihine bakıyordu. İsrail’in 1982’deki işgaline direnişle yükselen komünist hareketin zaman içinde mezhep çatışmalarının parçası haline gelişi, kötü üst düzey yönetim ve SSCB’nin çöküşüyle çözülüşü yabancısı olmadığımız bir süreç. Dikkate değer bir çalışmaydı bu film de. Son olarak Karantina adlı Irak filminden söz edeyim. Oday Raşid Irak’ta çektiği bu ilk uzun metrajlı filminde işgalin yarattığı hastalıklı Iraklı tipleri anlatıyor. Filmin bir ABD zırhlı aracının sivillerin arasından geçtiği sahnesi çok çok etkileyici idi. Bu film de dikkate değer çalışmalar arasındaydı. Yazıyı yazdığım sırada diğer ödüller henüz belli olmuş değildi. Onlardan da sonra söz ederiz.