TARİH: 22 Nisan 2017
GAZETE/DERGİ: Birgün
Son yıllarda Kürt coğrafyasında geçen filmlerde ortak bir temaya rastlanıyor: Bir sesin, bir şarkının peşinde giderken, toplumsal gerçeklerle karşılaşmak. “Ses uçar” sözünü tersine çevirmeye çalışan, sesi sabitlemek, kayda geçirmek isteyen bu yaklaşımın Kürtçe üzerindeki tarihsel baskılarla alâkası olmalı. Kürtlerin anadilinde eğitim almasının engellenmesinin, Kürt kültürünü sözlü bir kültür olmaya mahkûm ettiği söylenebilir. Sözü uçup gitmeden yakalamaya çalışmanın bir nedeni bu olmalı. Bir de tabii, daha büyük suçlar var. Dersim halkını yok etmeye yönelik 1938 katliamı gibi. Devletin tunç elinin Kürt/Zaza halkının tepesine nasıl indiğinin unutulmaması için, Dersim adı bir de Tunceli’ne çevrilmiş. Şehrin tarihi o katliamla başlatılmış, geçmiş silinmeye çalışılmış. ‘Zer’ o tarihin silinip gitmesine direnen filmlerden. Devletin tunç makası izin verdiği ölçüde tabii… Çünkü filmi, yönetmenin göstermek istediği bütünlüğüyle seyredemiyoruz, arada karanlık planlar var. Bu karanlık sahneler, sansür edilmiş sahneler.
Filmin giriş bölümü biraz zayıf
‘Zer’, ABD’de başlıyor. Filmin kahramanı Jan, babasından nefret eden bir müzisyen. Sevgilisi tarafından da terk edilmek üzere. Bu sırada Jan’ın babası, hasta annesini tedavi için Amerika’ya getiriyor. Anne ve baba çok meşgul ve sevgisiz insanlar oldukları için, babannesine eşlik etme görevini de Jan’a yüklüyorlar. Klişe bir biçimde isteksiz Jan’la babaannesi arasında bir yakınlık başlıyor. Jan, Kürt kökeni ve 1938 katliamı hakkında ilk kez babaannesi aracılığıyla bilgi sahibi oluyor. Babaannesi ölünce, Jan babaannesinin kendisine söylediği ‘Zer’ şarkısının peşine düşüyor. Filmin bu giriş bölümü zayıf ve yüzeysel. Jan’ın babası, sevgilisi, ve babaannesiyle ilişkilerinin tümü içi pek de doldurulmamış bir çerçeveden ibaret. Film, Jan’ın şarkının peşinde Türkiye’de dolaşmaya ve halkla temas etmeye başlamasıyla canlanıyor ve renkleniyor. Jan şarkıyı ararken, kendi köklerini buluyor. Ve muhtemelen aşkı da buluyor.
Yönetmenin Batılı-Doğulu karşıtlığı ısrarı niye?
Kazım Öz’ün son uzun metrajlı filmi ‘Fırtına’da (Bahoz) da Batılı yaşam biçimine ve Batılı kadına bir reddiye vardı. Filmin kahramanı memleketine dönüyor ve Batılı kadında değil, memleketinin kadınında aradığı aşkı buluyordu. ‘Fırtına’ ve ‘Zer’ bu açıdan aynı yapıya sahipler. Batıya, Batı’nın sunduğu ilişkilere va aşklara karşı Doğu’nun yani özel olarak Kürt coğrafyasının ve kadınlarının ilişkileri ve aşkı öneriliyor iki filmde de. Öz’ün neden bu karşıtlık üzerinde ısrar ettiğini pek anlamıyorum. Birisini reddetmeden diğeri değerli kılınamaz mı? Kürtler illa “öz”lerine mi dönmeliler? Batılı ile Doğulu arasında bir ittifak, ortak değerler doğrultusunda bir dayanışma kurulamaz mı? Bizi belirleyen etnik kimliklerimiz mi? Kürtü ezenle, Türkü ezen ve iki halkın da yoksullarının ölümüne neden olan aynı sermaye sınıfı ve onun devleti değil mi? Mesela Diyarbakır’da yapılan operasyonları protesto amacıyla bildiri yayınlayan ve bunun karşılığında işinden, özgürlüğünden, ülkesinden ve kimi zaman da hayatından olan Batılı akademisyenler, bu Batılı-Doğulu karşıtlığının kofluğunu göstermiyor mu? Kazım Öz’ün karşıtlığı Doğulu ile Batılı arasında, etnik kimlikte değil, sömüren ile sömürülen arasında bulduğu filmler çekmeye başlaması dileğiyle…
Bunun dışında şunu da eklemek gerek: 1938 katliamı hakkında ne kadar film yapılsa azdır.