TARİH:  27 Aralık 2014
GAZETE/DERGİ: Birgün

İNSANLARI SEYREDEN GÜVERCİN
Sabit bir kamera, neredeyse sabit ifadeli insanlar ve sabit bir varoluş hüznü: Roy Andersson sinemasının sabitleri bunlar. Bunlara acı bir gülümsemeyi de eklemek lazım. Filmin isminin çağrıştırdığı gibi yukardan, mesafeli bir bakışı var Andersson’un ama garip bir biçimde “tipler”ine (karakter demek zor onlara) empati duyurmayı da başarıyor. Tabii empatiyi hak edenlere. Çünkü etmeyenler de var bu filmlerde. Safi kötülük de var. ‘İnsanları Seyreden Güvercin’in (İSG) bir sahnesi, Batı uygarlığının ne kadar insanlık dışı olabildiğini, bir sürü politik filmden çok daha sert bir biçimde anlatıyor.

İSG, Andersson’un “yaşayanlar” üçlemesinin diğer iki filmi gibi (‘İkinci Kattan Şarkılar’, ‘Siz, Yaşayanlar’) epizotlardan oluşuyor. İSG’de film boyunca ilişkilerini izlediğimiz iki seyyar pazarlamacı bu epizotları birbirine bağlıyor. Şaka aksesuarları pazarlayan ve insanları eğlendirmeyi istediklerini söyleyen bu iki pazarlamacının halleri içler acısı. Mallarını pazarlamaya çalıştıkları insanların halleri de genellikle öyle. Refah ülkesi İsveç’in yoksulları bunlar. Kiralarını ödemekte zorlanan, kıt kanaat geçinen, kahkaha efekti duymazlarsa gülecek bir neden göremeyecek haldeki insanlar.

Bu insanlar acınacak haldeler ama bu sadece ekonomik koşullardan dolayı değil: Yerde kalp krizinden ölü halde yatan bir adam varken, adamın içmeye fırsat bulamadığı birasını ne yapacağını düşünen tezgâhtar ve o birayı içmeye gönül düşüren başka bir müşteri, insanlığın halini özetliyor. Acı acı gülümseten sahneler bunlar. Kapitalizmin meta alışverişi üzerinden kurulan ilişkileri, insanlar arasındaki ilişkilerin de özünü belirlemiş bu dünyada.

Renksiz ve durağan bir yolculuk
Fakat İSG belirli sınırlar içinde yol alan bir film değil. Yani, stilize bir gerçekçilikle sınırlı değil. Zaman içinde özgürce seyahat ediyor, bir başka yüzyıldan insanlar bu yüzyıla geçebiliyor ya da film aniden bir müzikale dönüşebiliyor. Carax’ın Kutsal Motorlar’ından çok daha etkileyici ve kapsayıcı bir seyahat İSG’nin sunduğu. Ama çok daha soluk benizli, renksiz ve çok daha durağan bir yolculuk bu.

Ve daha da acımasız. Bir maymunla yapılan deney sahnesini seyretmek gerçekten çok güç çünkü gerçekten acı çeken bir hayvan var perdede. Belki de sırf bu sahnenin etkisiyle filmden soğuduğumu da itiraf ediyorum. Evet, insanlar hayvanlara çok kötü davranıyor ama gerçek vahşet, kurmaca bir filmde görmek istediğim bir şey değil.

İnsanlar insanlara da çok kötü davranıyor. Yazının başlarında söz ettiğim sahnede sömürgecilik üzerinden filmin gariban pazarlamacı kahramanlarına da sorumluluklarını hatırlatıyor yönetmen: Bu içinde yaşadığımız refah toplumu, canavarlıklarına göz yumduğumuz, hatta hizmet ettiğimiz bir sistemin ürünüdür! Yani siz yaşayanlar, siz de sorumlusunuz! Dünyanın en büyük silah üreticilerinden, sosyal demokrasinin beşiği İsveç de sorumlu.
İSG’den birçok sahne akılda kalıyor: Flamenko dersi sahnesi veya şiir okumaya çalışan obez kızın öğretmeninin “iyi niyetli” müdahalesiyle acıklılaşan performansı gibi. Filmi sever misiniz sevmez misiniz bilemem ama mutlaka seyredin derim. Venedik’te Altın Aslan aldığını da hatırlatalım.
Son bir not. O kuş, güvercin değil kumru. Her şey bir yana sesinden belli. Ne fark eder bilmiyorum ama öyle. Zaten İsveççesinde de kumru deniyor. İngilizcedeki çeviri hatası bize de sirayet etmiş.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com