TARİH:  13 Ocak 2018
GAZETE/DERGİ: Birgün

1970’lerin kapitalist devletleri bugüne kıyasla ne kadar acemi, ne kadar beceriksizmiş. Kapitalist devlet, 80’lerden başlayarak yönetme becerisini olağanüstü geliştirdi. Amerika Birleşik Devletleri bu yeni devlet modelinin ağababası elbette.

Vietnam Savaşı (Vietnamlılara göre Amerikan Savaşı) sırasında, gazeteciler Vietnam’a gidebiliyor, oradan görece bağımsız haber sağlayabiliyorlardı. Vietnam Savaşı sırasında sıradan Amerikan vatandaşları, savaşa gönderiliyordu. Savaş her aile için bir falaketin kapısını aralıyordu. Bugün öyle mi? Bir defa ordu profesyonel. Vatandaşlık almak ya da üniversite eğitimi için para biriktirmek isteyen yoksul gençler “gönüllü” olarak orduya başvuruyorlar ve profesyonel asker oluyorlar. Bunun da ötesinde sonradan adını değiştiren Blackwater benzeri özel paralı asker şirketleri türedi. Askerlik zorunlu olmaktan çıkınca, savaşa kendi gidene kimse ağlamamaya başladı. Gidenlerin başka mecburiyetlerden orada olması o kadar üzücü bulunmadı.

Gazeteciler de öyle kendi istedikleri gibi dolaşamaz oldular. “Embedded” denilen gazetecilik çıktı. Amerikan birliklerinden birine iliştiriliyor ve o sınırlar içinde hareket edebiliyordu gazeteciler. Hepsi değil tabii, sadece izin alanlar. Böylece Irak’ta milyonların yaşadığı sefalet, trajedi kimsenin umurunda olmadı.

Aslında Vietnam’da da o kadar umurlarında değildi. Asıl önemli olan “bizim çocukların” başlarına ne geldiğiydi. Vietnam Savaşı uzadıkça uzadı, ölen, yaralanan, savaş travmasının ardından ruhsal sağlığını yitiren onbinlerce Amerikan genci elbette ilgilendiriyordu herkesi, başta da ailelerini. Spielberg’in “The Post” filminde de asıl sorunun Vietnamlılara neler yapıldığı, Amerikan’ın neden başka bir ülkenin topraklarına gidip savaş açtığı ve milyonlarca Vietnamlıyı öldürdüğü, sakat bıraktığı, Vietnam toprağını “agent orange” gibi kimyasallarla zehirlediği değil. Sorun öncelikle savaşın kazanılamaması ve kazanılamayacak olduğu bilindiği halde sürdürülmesi ve Amerikalı gençlerin bu uğurda harcanması. Filmin ahlaki sorunu bu dar çerçeveye hapis. İdeolojik perspektif, kapitalist saldırganlığı sorgulamak değil de sistem içindeki “kahramanları” ve “kötüleri” ayırmak olunca ortaya, “The Post” çıkıyor. Nihayetinde bir zamanların Amerikan sistemine bir övgüden başka bir şey değil “The Post”. Kazanan yine Amerika oluyor.

Filmin adı Washington Post gazetesinden geliyor. 1970’lerde gazete henüz yerel nitelikte, New York Times’la kıyaslanabilecek güçte değil. Üstüne üstlük sahibi de bir kadın! Bir kadının o yıllarda gazete yönetmesi düşünülecek şey değil ama önce babası sonra da kocası ölünce, Meryl Streep’in canlandırdığı Kay Graham’a düşüyor yöneticilik. Erkek egemen sistemi haklı olarak sorgulayan film, bir gazetenin çalışanlarınca değil de açıkça bu işe hazır olmayan babasının kızınca yönetilmesini sorgulamıyor. Özel mülkiyetin kutsallığına halel getirmiyor.

New York Times, savunma bakanı McNamara’nın geleceğe kalsın diye hazırlattığı Vietnam Savaşı raporlarını, ele geçirip yayımlamaya başlıyor ama gazeteye mahkeme kararıyla yayın yasağı getiriliyor. Aynı raporlar The Washington Post’un da eline geçiyor. Yasağa rağmen raporları yayımlayıp, hapse girmeyi göze almalı mı almamalı mı? Mesele bu.

İyiler kazanıyor diyeceğim ama bu ne biçim kazanmaksa, kendisini geliştiren ve artık daha az engelle karşılaşarak yöneten kapitalist devlet oldu. Gazeteler ise artık eskisi kadar önemli değiller. Hiçbir şey ortalığı sallamıyor, hiçbir skandal başkan devirmiyor. Devirseydi Assange’lar, Snowden’ler bugün fareler gibi yaşıyor olmazlardı.

Yine de dönemin “cesur” gazetecilerine şapka çıkaralım! Yaptıkları iş cesaret istiyordu. “The Post” kanımca vasat, bakış açısı son derece sınırlı, kahramanları derinlikten yoksun, zaman zaman sıkıcılaşan bir film. Ama seyre değer yine de. Washington Post’a gelince, düzenli okumuyorum ama sahibinin sesi tarzı bir gazete işte, yani kapitalist sınıfın gazetesi. O sınıf içinde tercihleri olabilir ama bu tercihler Amerikan çıkarlarını tehdit etmez, edemez.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com