TARİH:  14 Haziran 2014
GAZETE/DERGİ: Birgün

‘Kış Uykusu’ sadece Nuri Bilge Ceylan’ın en politik filmi değil, sinemamızın da en politik filmlerinden biri. Ama politik bir mücadeleyi anlattığı için politik diye tanımlanan filmlerden değil “Kış Uykusu”. Politikanın özüne damardan girdiği için politik bir film. Politikanın temelinde yatan dinamiğe yani mülk sahipleri ile mülksüzlerin ilişkilerine baktığı için politik. Ekonomiyle politikanın ilişkisinden anlamayan ama buna rağmen kendisini sosyalist diye tanımlayan ve başkalarınca da öyle tanımlanan aydınların ülkesinde yaşıyoruz. O yüzden bu filmin politikliğini göremeyenler de çıkacaktır. Bir yandan da yumurta tokuşturur gibi yönetmenleri birbirine tokuşturmayı sevenler sahneye çıkıp, “ama Yılmaz Güney şöyle yapmıştı; Nuri Bilge, Zeki Demirkubuz’dan çalmıştı” falan gibi mesnetsiz iddialarda bulunacak, Ceylan’ı neredeyse düzenin sürmesinden tek başına sorumlu tutacaklardır. Nuri Bilge Ceylan “hadi saflara” tarzı bir slogan atmıyor filmlerinde. Hayatında da atmıyor, atmasını beklemek de abes. Slogan atmıyor ama taş atan çocuklara, onların düzene karşı duydukları öfkeye empatiyle yaklaşıyor, hatta onlarla saf tutuyor. “Kış Uykusu”nda katıksız acı ve öfkesine tanık olduğumuz küçük çocuk, filmin belki de içimizi acıtan tek karakteri. Diğerleri bir tür kış uykusundayken onuru ayakta olan bir tek o var. Bir de alkole teslim olmuş eski madenci babası. Taş atan çocuk demişken, Ceylan’ın bir önceki filmi “BZA”da da bir çocuk babasının katil zanlısına, belki de gerçek babasına taş atıyordu. Aynı imgenin üst üste iki filmde de karşımıza çıkmasının bir anlamı olsa gerek. Nuri Bilge, Cannes’da aldığı ödülü gençlere adadı. Taş atan çocuk imgesi genç kuşağın isyanına verilen selamın ödüller olmasa da, filmlerde zaten yerini aldığını gösteriyor. 

Karanlık bir insanlık tablosu çiziyor “Kış Uykusu”. Otel filmi denilen bir janr varsa, “Kış Uykusu” ojanrın bir örneği. Paris’te Son Tango’nun Paul’ü (Marlon Brando) gibi kendisine miras kalan bir otel de yaşar “Kış Uykusu”nun Aydın’ı (Haluk Bilginer). Ve Paul gibi yaşça kendisinden çok daha genç bir kadınla birliktedir. Aydın bir rantiyedir; rant yani kira toplayarak yaşar. Eşitsizliğin tanrının hikmeti olduğuna inanmanın rahatlığı içinde haciz memurlarını salar kiracıların üstüne. O memurlar, polislerin de yardımıyla, televizyon, buzdolabı ne varsa alırlar yoksulların evlerinden, direnenleri de çocuklarının önünde döverler. 

Aydın ise kiracılarını tanımaz bile. Odasından ya Anadolu kentlerinin estetik yoksunluğu üzerine, imamların nasıl janti giyinmeleri gerektiği üzerine ahkam kesen yazılar yazar. “Uzak”taki kentli fotoğrafçının, kasabalı yeğeninin ayakkabılarından tiksinmesi benzeri, o da imamın çamurlu ayakkabılarından tiksinir. Zenginler, yoksullardan nefret eder. Sömürür ve nefret eder. Nefret etmezlerse sömüremezler çünkü. 

Ama insanlık iyiler ve kötüler diye net çizgilerle ayrılmamıştır. 

Aydın’ın karısı Nihal (Melisa Sözen), bu ahlaksız düzenin parçası olmanın vicdan azabını hayır işleri yapmakla gidermeye çalışır. Aydın’ın kız kardeşi Necla (Demet Akbağ) zehrini yattığı kanapeden zerkeder abisinin ruhuna. Kahya Hidayet (Ayberk Pekcan) patronunu manipüle ederek düzenini sürdürür. Öğretmen Levent, içki sohbetlerinde mangalda kül bırakmayan bir narsisttir. Ve bütün bu insanlar arasında bir iktidar mücadelesi sürer gider. 

Ceylan, hemen hemen bütün oyuncularından çok iyi performanslar almış. Görüntü yönetimi müthiş. “Kış Uykusu” yılın yerli yabancı en iyi filmlerinden biri, sinema tarihimizin de en önemli filmlerinden biri olarak yerini şimdiden aldı. Bütün bunları veri kabul ettikten sonra ilk izlemede beni az da olsa rahatsız eden şeylerden de söz edeyim. “Şey” sözcüğü ve şeyin türevleri aşırı fazla kullanılmış gibi geldi. Diyalogların doğalcı olduğu anlarda bol bol “şey’edilirken, teatral bölümlerde tumturaklı cümlelerin ardı ardına sıralanmasında bir uyumsuzluk hissettim. Film, epey uzun olmasına rağmen akıyor ve hakikaten de 2 saat daha uzun olsa yine izlenir. Ama tersi de sanki geçerli, daha kısa olsa film söyleyeceğini söylemiş olur, karakterlerin nasıl insanlar olduğunu bize anlatırdı. Buna rağmen yine de eksiklik hissinin olması da tuhaf. Necla ve Nihal’i daha iyi tanıyamaz mıydık? “The Mis fits”i John Huston) hatırlatan at yakalama ve serbest bırakmayla ilgili bölüm bize ne anlatıyordu? Aydın, hayvanı niye serbest bıraktı? 

Herkesin birbiriyle hesaplaştığı ama kendisiyle hesaplaşmadığı, hesaplaşıyorsa da diğerlerinin eline koz vermeden bunu yaptığı bir film “Kış Uykusu”. Bana Karamazov Kardeşler’deki çocuğu hatırlatan (Kosmos’a da bir şekilde girmiş bulunan) isyankar ufaklık hiç konuşmasa da filmin bende en çok kalacak karakteri. 

Aydın evinde eskiden oynadığı oyunların afişlerini bulunduruyor, kimi asılı kimi duvar dibine dizili. Bu afişlerden biri Sam Shepard’ın yazdığı “Aç Sınıfin Laneti’ne ait. Aydın belki de ezbere bildiği bu metinden hiçbir şey anlamamış bir aydın. Kafasına taş atan çocuklarla oynadığı oyunlar arasında bile ilişki kuramayan biri. 

Film bize sanki şunu söylüyor: Buyrun, hesaplaşma sırası sizde, 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com