TARİH: 8 Kasım 2014
GAZETE/DERGİ: Birgün
YILDIZLARARASI
Christopher Nolan’ın Inception’ını (Başlangıç) çocuklarını kaybetmiş bir karı-kocanın hikayesi olarak izlemiştim (daha doğrusu ikinci izlediğimde filmin bende böyle yankılandığını fark etmiştim). Film hakkında yazdığım yazı en çok okunan eleştirilerimden biri olmuştu. Onca aksiyonun içinde kayba, unutamamaya, suçluluk duygusuna ve yas sürecine dair dokunaklı bir hikaye vardı. Geçenlerde Tuna Erdem’le birlikte Nolan’ın ikinci filmi Memento’ya dair bir radyo programı yaptık (Açık Radyo’da). Memento da suçluluk duygusuyla baş edememe, unutamama, travmayı atlatamama gibi temalar üzerine bir filmdir. Ama öylesine dahiyane ve bir o kadar da karmaşık bir yapısı vardır ki, filmin özüne inmek zordur. Filmin güçlü matematiğine hayranlığımı dile getirdiğimde Tuna “Christopher Nolan istese bir bilimadamı, quantum fizikçisi olabilirdi. Sinemayı seçmiş olması bizim şansımız”, demişti.
“Yıldızlararası”nı izlerken Tuna’nın bu sözleri aklıma geldi. Film yine Nolan’ın sabit temaları olan aile içi ilişkiler, yas ve kayıp üzerine dair ama bu kez bilimle, astrofizik ve quantum fiziğiyle doğrudan ilişkili. Nolan’ın bilimadamı olabileceği sözü son derece isabetli bir tespitmiş. Belki de bugüne kadar bilimle bu kadar “bilimsel” bir bağı olan bir bilim-kurgu filmi izlememişizdir.
TANRI İNSANLIĞIN TA KENDİSİ
Nolan’ın filmlerinde anlaşılması zor bir şeylerin olması standart bir durum. Gerek Inception’da, gerekse Memento’da son derece zor bir yapı vardı ama yine de filmler kendilerini soluksuz izletiyorlardı. “Yıldızlararası”nın bilimsel tartışmalarını, zaman – mekan üzerine fiziksel argümanlarını, solucan delikleri ve karadelikler hakkında sunduğu verileri anlamak zor. Ama buna rağmen filmi yine kopmadan izledim ki oldukça uzun bir film olduğunu da söyleyeyim (2 saat 49 dakika).
Filmin bir mesajı varsa bence o da şu: Tanrı biziz! Tanrı insanlığın ta kendisi. Ve insanlığın belirleyici malzemesi de sevgi. Şimdi bu cümleyi yazdığımda son derece bayağı, klişe ve yapış yapış bir şey söylemişim gibi geldi. Ama film böyle hissettirmiyor. Benim ifade konusundaki beceriksizliğimle filmi yargılamayın. Film sevgi faktörünün doğru bilgiye ulaşmadaki önemini, nesnellik-öznellik gibi derin bir noktadan ele alıyor.
Filmin final sahnesinde post-apokaliptik (kıyamet sonrası) filmlerin muhafazakar doğasına uyan bir Amerikan bayrağı var. Fakat filmin kendisinde milliyetçi hiçbir şey yok, tam tersine, insanlık ailesini kucaklayan bir şeyler var. İnsanın aklına acaba ortak yapımcılar mı bu bayrağı oraya koydurttu sorusu geliyor.
İNSANLIĞIN TEMEL SORUNU!
“Yıldızlararası”yla ilgili yazıları okurken bilim kurgu için İngilizcede kullanılan sci-fi kısaltmasına bir kardeş geldiğini de öğrendim. Bu kardeşin adı “cli-fi”. “Cli”, İngilizcede iklime karşılık gelen “climate”ten geliyor. “Fi” ise kurgu anlamına gelen “fiction”dan. Eskiden kıyamet atom savaşı gibi şeylerle ilgiliydi, şimdi iklimle ilgili. Filmde de iklim değişiklikleri insanlığın temel sorununu beslenmek haline getirmiş durumda.
Filmde enteresan bulduğum bir iddiaya da değinmek lazım: Bu iddia, ABD’nin uzay programlarının, SSCB’yi rekabete zorlayıp iflas ettirmek için tasarlandığına dair. Halkı uzay programlarından soğutup, tarıma yöneltmek için geliştirilen ABD’nin yeni tarih doktrini böyle, filmde. Uzay yarışına dair bu kabul, Nolan’ın Amerikan tarihine de Hollywood’dan farklı baktığını gösteriyor olabilir.
“Yıldızlararası”nı seyretmek gerek. Derin karakterler filan yok filmde. Filme, Jessica Chastain ve Anne Hathaway gibi büyük isimleri görmek için gitmeyin. Çok etkileyici karakterleri yok. Matthew McConaughey’yi de o kadar etkileyici bulmadım. Ama filmin makro ve mikro meseleleri mühim ve herkese hitap eden cinsten.