TARİH: 21 Mart 2009
GAZETE/DERGİ: Birgün
Koçun çilesi ya da Şampiyon’un ‘Sonbahar’ı
Hem güçlü ‘erkek’, hem sorumlu baba, hem de yoksul bir işçi olmanın ne demek olduğuna dair etkileyici bir film…
Şampiyon”un kahramanı profesyonel güreşçi (bizde pankreas diye bilinir bu güreş türü) Randy Robinson’ın (Mickey Rourke) bir lakabı var: “The Ram” ya da Türkçesiyle “koç”. Profesyonel güreş büyük ölçüde danışıklı bir dövüş türü olsa da bu onun tehlikesiz ya da acısız olduğu anlamına gelmiyor. Ciddi sakatlıklar ya da yaralanmalar vaka-i adiyeden. Hatta zaten kasten de yaralıyorlar güreşçiler birbirlerini ve kendilerini. Seyirci kendisi gibi acı çeken kahramanlar, kan görmek istiyor, onlar da bunu veriyorlar.
İŞLER SARPA SARIYOR
İsa nasıl çile çektiyse, işkence altında nasıl çarmıha gerildiyse ve kitleler Mel Gibson’ın “İsa’nın çilesi” filminde bu işkenceyi seyretmekten nasıl bir haz aldıysa, benzeri de bu güreşleri seyreden seyirciler için geçerli olsa gerek. Kendi, çıkışsız dünyalarında bunalan yoksullar bastırdıkları öfkelerine bir çıkış yolu buluyor olsa gerekler bu kanlı şovlarda. “Koç” Randy’de onlar için çarmıha gerdiriyor kendisini ringlerde. Ama Randy’nin yaşı artık çok geçmiş. Dergilere kapak olduğu, adına video oyunlar çıkarıldığı, oyuncaklarının satıldığı günler geride kalmış. Randy iki işte çalışmasına ve bir aile geçindirmemesine rağmen çok yoksul, ABD’nin en yoksulları arasında. Hafta içi bir süpermarketin deposunda hamallık yapıyor, hafta sonları ringlere çıkıyor. Bir kızı var ama çok uzun zamandır bağı kopmuş. Striptiz klübünde çalışan Cassidy’ye (Marisa Tomei) abayı yakmış durumda ama Cassidy işle, aşkı karıştırmayacak, sorumluluklarını, küçük oğlunu unutmayacak kadar aklı başında. Randy’yi kızıyla ilişki kurmaya yönlendiren de o.
Randy’nin hali güzelliğini yitiren bir kadın yıldızın sonu gibi. Bütün maçoluğuyla birlikte Randy’nin dünyası, bütün yatırımını güzelliğe yapan bir kadınınkinden farklı değil. Solaryumlar, saç boyatmalar, güzellik müstahzarları (bu durumda kas geliştirici haplar vb.) hayatının bir parçası. Zamanın yıpratıcılığına karşı yaptığı savaşta kazanma şansı olmadığını biliyor Randy. Kalbi de teklemeye başlıyor üstelik. Süpermarkette müdürü aşağılıyor, Cassidy yüz vermiyor, kızıyla işler sarpa sarıyor…
GUS VAN SANT ETKİLERİ
Bu hafta gösterime giren “Açlık” şüphesiz teması itibarıyla Özcan Alper’in “Sonbahar”ıyla akraba. İkisi de açlık grevleriyle, politik tutuklularla, hapislikle ilişkili. Ama “Sonbahar”la yapısı itibarıyla “Şampiyon” da çok alakalı.
Tabii ki iki filmin kahramanları arsaında çok fark var. Ama bir de şöyle bakın: İki filmin kahramanı da büyük umutlar yaşadıkları günleri geride bırakmış, gelecekten umutsuz, fiziksel olarak çökmüş hasta karakterler. İkisi de seks piyasasında çalışan bir kadına bağlanıyorlar ama kadın bir şekilde onları bırakıyor. İki kadının da bir çocuğu var. Ve iki adam da nihayetinde bir şekilde kendini ölüme bırakıyor, hastalığın zaferini kabul ediyor. Çok benzer değil mi?
Aronofsky bildik temalardan dokunaklı bir yoksulluk ve aşk öyküsü çıkarmış. Biraz Gus van Sant etkileri de taşıyan (filmin ilk birkaç dakikasında hep arkadan takip ediyoruz Randy’yi), ham bir sinema duygusu veren ama aslında konusuna yakışan bir biçimi olan bir film “Şampiyon”. Venedik’te Altın Aslan’ı alması boşuna değil. Hem güçlü “erkek”, hem sorumlu baba, hem de yoksul bir işçi olmanın ne demek olduğuna dair etkileyici bir film. Marisa ve Mickey’nin oyunculukları da çok iyi.