TARİH: 26 Haziran 2010
GAZETE/DERGİ: Birgün
Fransa, futbol milli takımlarının dünya kupasındaki saha içi ve saha dışındaki performansından dolayı utanç içindeymiş. “Paris’ten Sevgilerle” çok daha vahim bir duruma, ırkçılığa işaret ediyor ama galiba kimsenin umurunda değil. Luc Besson, Fransız sinemasının en güçlü isimlerinden biri. Belki de Besson’dan büyüğü yok; o derece yani.
FİLMDE IRKÇI BİR BAKIŞ VAR
Yönetmenliğinin yanı sıra, “Paris’ten Sevgilerle”de de olduğu gibi yazar ve yapımcı olarak da etkin. Yönetmen Pierre Morel’in bir önceki filmi “96 Saat”te (Taken) de Besson aynı konumdaydı. O filmde de Ortadoğululara yönelik ırkçı bir bakış vardı, şimdi, bu filmde de aynısı var. Sadece Ortadoğulular da değil, genelde Batılı ve Hıristiyan olmayan herkes potansiyel bir terörist ve sinek gibi öldürülmeye layık. “Paris’ten Sevgilerle”nin bakışı bu! Filmin bu nefret söylemi, hak ettiği tepkiyi aldı mı acaba Fransa’da? Bir şey duymadık şu ana kadar.
Filmin hikâyesi ise gayet uyduruk. John Travolta’nın canlandırdığı bir süper CIA ajanı, Paris’te Doğuluların karıştığı bir suikast girişimini önlemek için Paris’e gönderilir. Ona, elçilikte alt düzey görevlerde çalışan bir başka ajan yardımcı olur. Kan gövdeyi götürür, haliyle. Pis Müslümanlar ve Çinliler ve Pakistanlılar birer birer temizlenir.
Kadınları da ihmal etmez ajanlar! Bu erkek dayanışması ya da dostluğu filminde kadınlara da yer yoktur! Evet, Fransa utanmalı ama futbol takımından çok, en büyük sinemacıları Besson’un imzasını taşıyan bu ve benzeri faşizan filmlerden dolayı utanmalı.