TARİH: 14 Nisan 2007
GAZETE/DERGİ: Birgün
Her şeyin dibi kara,
Orijinal Adı Black Book Yönetmen: Paul Verhoeven Oyuncular: Carice van Houten, Sebastian Koch, Thom Hoffman Süre: 145 dk
Hollanda’nın yaramaz evladı yönetmen Verhoeven’in tek derdi eğlendirici bir macera anlatmakla sınırlı değil. Önyargılara meydan okumak istiyor Verhoeven.
Kara kitap 1956’da, İsrail’deki bir kibbutz’da (bir tür devlet çiftliği) açılıyor. Tursitlerden birisi okulda ders veren öğretmeni şaşkınlıkla hatırlıyor: “Sen Yahudi miydin?” Hatırlanan öğretmenin, yani Rachel’in (Carice van Houten) anılarıyla geçmişe, II. Dünya Savaşı yıllarının Hollanda’sına dönüyoruz.
Filmin ana bölümü bu uzun flashback’ten oluşuyor. Ronnie (Halina Reijn) adlı turist kadının neden Rachel’in Yahudi olduğunu öğrendiğinde şaşırdığını bize bu yıllarda yaşananlar anlatıyor. Rachel savaş sırasında, Ellis adıyla direniş için casusluk yaparken, Ronnie Nazilerle yatarak fırsatçılığını sergilemiştir. Rachel, önce bir Hıristiyan ailenin yanına sığınmış, sonra yurtdışına kaçmaya çalışırken ailesini yitirmiş, ardından direnişe katılmış, casus olarak Gestapo şefiyle aşk yaşamış, savaş bitiminde ise kendisini “hain” konumunda bulmuştur.
Film bir flashback’le başladığı için, zaten sonunu baştan söylüyor, Rachel’in kurtulup soluğu İsrail’de alacağını biliyoruz. Ama buna ve 145 dakikalık süresine rağmen film kendisini baştan sona merakla izletiyor, bu açıdan hiç sorun yok. Ama Hollanda’nın yaramaz evladı yönetmen Verhoeven’in tek derdi eğlendirici bir macera anlatmakla sınırlı değil. Önyargılara meydan okumak istiyor Verhoeven. Ne direnişçilerin hepsi iddia edildiği gibi birer kahramandı ne de Nazilerin hepsi birer canavardı derken o kadar ileri gidiyor ki filmin en sempatik kişisini Gestapo’nun bölge şefi olarak sunabiliyor. Hatta Rachel’le aşk yaşayan Nazi subayı Müntze (Sebastian Koch) sadece diğerlerine göre değil mutlak anlamda da olumlu bir kişilik. Peki nasıl olmuştu da Müntze, Gestapo içinde bu kadar yükselebilmişti?
Ne gerçeğe benziyor ne kurguya
Verhoeven’in bir Nazi yanlısı olmadığını biliyoruz elbette. “Yıldız Gemisi Askerleri”yle kendi deyimiyle “militan ve faşist bir kitabı” alıp ters yüz etmiş, ondan faşizmle dalga geçen bir film çıkarmıştı. “Kara Kitap’taki derdi Nazileri yüceltmekle değil, savaş sırası ve sonrasında Hollanda’nın tutumuyla. Ne direnişçiler, ne de müttefikler Verhoeven’in eleştiri oklarından kurtulamıyor. Bu hesaplaşmayı yapmak güzel de, ortaya Müntze gibi kahramanların çıkması doğrusu garip.
Verhoeven, “savaş bitti ve mutlu sona ulaşıldı” klişesini de kırmadan durmuyor tabii ki. Filmin finalinde kibbutz’un bir saldırıya karşı hazırlandığını görüyoruz. Saldırganlar gösterilmiyor ama bunların Filistinliler olduğunu biliyoruz. Verhoeven’in aklındaki belki Filistinlileri yeni Naziler olarak sunmak değil ama filmin kahramanı Rachel’in yeniden saldırı altında olması, doğrusu bu izlenimi veriyor. Tarih bitmedi, devam ediyor ve bu sonsuz mücadelede melekler ve şeytanlar yok demek güzel ama taraf olmak da lazım. Verhoeven klişeleri kırarken neredeyse yanlış tarafta olduğu izlenimini veriyor.
“Kara Kitap” bir macera filmi olarak rahatlıkla izleniyor ama o kadar. Filmin asıl kahramanları Müntze ve Rachel inandırıcı kişilikler değil. Rachel o kadar çok beladan o kadar yara almadan çıkıyor ki, neredeyse “demir lady” gibi bir şey oluyor. Ama o klasik bir kahraman da değil, seyircinin özdeşleşebileceği. Ne gerçeğe benziyor ne de bildiğimiz anlamıyla kurguya. “Sonuçta “Kara Kitap” klişeleri kırarken kendine özgü inandırıcı bir yapı oluşturamıyor.