TARİH:  26 Nisan 2008
GAZETE/DERGİ: Birgün

18Nisan ABD’de ‘Plak Dükkânı Günü’ (http://recordstoreday.com/Home) olarak kutlanıyor 2 yıldır. Yani tam bir hafta önce bu kutlama gerçekleşti. Plak dükkânı deyince akla tabii ki Virgin Megastore, Tower Records filan gibi multimedya süpermarketleri (Türkiye muadilleri D&R, Megavizyon) gelmiyor. Ankara Tunalı Hilmi’deki Shades, İstanbul Kadıköy’deki Zihni, Beyoğlu’ndaki eski Kod/Decoded ya da ‘Sensiz Olmaz’ (High Fidelity) filmindeki gibi bir dükkânı düşünmek lazım. Bu dükkânlar sadece dükkân değildir. Mesela Shades tam bir kültür merkezidir ve Türkiye’de rock üzerine sözlü tarih çalışması yapmak isteyenler mutlaka Shades’in sahibi Süleyman’ı görmelidirler. Bu tip dükkânlarda müziğe çok meraklı insanlar çalışır, sizin zevkinizi bilirler, önerecekleri yeni şeyler vardır. En popüler şeyler genellikle bulunmaz, ucuz işlere (prodüksiyon anlamında değil ruh zenginliği anlamında) saygı duyulmaz bu mekânlarda, hem zaten onlar her yerde bulunabilir. Oralarda amaç çok satmak değil, iyi bir şeyler satmaktır daha çok. Sahiplerinin, çalışanlarının karakterleriyle şekillenen yerlerdir; multimedya süpermarketleri gibi hepsi birbirine benzeyen yerler değildirler.

UNUTUN GİTSİN
Konumuzun aslında plak dükkânlarıyla hiç alakası yok, söylemeyi unuttum. Kusura bakmayın. Konu videocular aslında. Ama video dükkânları dvd Türkiye’ye gelmeden çok önce, telif yasaları yüzünden yok oldu. Korsan video dönemi sinemaseverler için güzel bir dönemdi. Bebek semtindeki videotheque adlı dükkâna üşenmeden kalkıp giderdik çok uzak semtlerden. Çünkü aradığımız sanat filmi tarzı şeyler en çok ya da bir tek orada olurdu. Ama mahalle bakkalının yanındaki videocuda da ilginç bir şeyler bulmak mümkündü. Sonra telif yasasıyla, sadece yasal videolara izin verilir oldu ve videoculuk geldiği gibi hızla yok oldu. Zaten aylar önce sinemalara gelmiş filmlerden başka bir şey bulunamaz olmuştu çünkü. Sanat filmi mi? Unutun gitsin. Kim telifini ödeyerek 3-5 kişi için film getirir ki? Kısacası videocularla Amerikalıların kurduğu tarzda bir yakınlık kurabilecek zamanımız olmadı bizim. O yüzden konuya benzer bir yapısı olan plak dükkânlarından girdim; bir de tabii ‘Plak Dükkânı Günü’nün daha 1 hafta önce kutlanmış olmasından.

UMUTLU BİR FİNAL
İster plak/cd satsın ister video/dvd bu dükkânlar hızla tarih oluyor. Teknolojinin değişimi değil asıl sorun, ona uyum sağlanır. Asıl sorun kentsel dönüşüm denen bela. Kötü kültür iyi kültürü kovuyor kentlerde. Mahalle duygusu yok oluyor, anonimleşiyor her şey; lüksleşiyor bildiğimiz, sevdiğimiz mekânlar. Kent merkezleri, doğal güzelliğe sahip mekânlar sadece çok parası olanlara kalıyor, görece orta halliler, yoksullar sürülüyorlar bir zamanlar keyfini çıkardıkları mekânlardan. Amerika’dan, Filipinler’e, Çin’den Türkiye’ye aynı anda gerçekleşmekte olan bir süreç bu. Görece yoksul ülkelerde bu değişim polis ve asker şiddetiyle kanlı gerçekleşiyor (bkz. BirGün’deki Erdal Bakırcı ile ilgili haberler), zengin ülkelerde paranın şiddeti yeterli oluyor genellikle.
Lütfen Başa Sarın Amerika’da, New Jersey’nin Passaic adlı semtinde geçiyor. Sözünü ettiğimiz paranın şiddetine uğrayan bir videocu dükkânını konu alıyor film. Dükkânın sahibi Mr. Fletcher (Danny Glover) multimedya süpermarketleriyle rekabet edemediği için dükkânını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Gereken tamiratları yapacak parayı kazanması gerek bir yerlerden. Bu yüzden rakiplerinin nasıl çalıştığını gözlemlemek için dükkânını yardımcısı Mike’a (Mos Def) bırakıyor.

Fletcher multimedyacıların uzmanlaşmış, sinemadan anlayan personel çalıştırmadığı, sadece birkaç tür film sattığı falan gibi gerçekleri gözlemlerken Mike ve arkadaşı Jerry (Jack Black) dükkâna hiç yaşamadığı kadar başarılı bir dönem yaşatmaya başlıyorlar. Olaylar şöyle gelişiyor: Sivri zekâlı Jerry, beynini kontrol ettiğini düşündüğü elektrik santralına sabotaj düzenlemeye çalışırken yüksek voltaja maruz kalıp manyetize oluyor (film işte). Video dükkânına girince de üzerindeki manyetik enerji bütün videoların silinmesine neden oluyor. Bir müşterinin istediği ‘Hayalet Avcıları’ (Ghostbusters) videosunu başka bir şekilde temin edemeyeceklerini anladıklarında iki kafadar dahiyane bir çözüme başvuruyorlar. Komşu dükkânda çalışan bir kızı da aralarına katarak bir çekim ekibi oluşturuyorlar ve ‘Hayalet Avcıları’nı kendileri çekiyorlar, yeniden.

Tamamen yalapşap yöntemlerle, derme çatma dekorlarla çekilen bu 20 dakikalık film çok başarılı oluyor. Ve ardından ekibimiz ‘Aslan Kral’dan tut, ‘Bayan Daisy’nin Şoförü’ne kadar, birçok filmin 20 dakikalık versiyonlarını üretiyor. Bu versiyonlara bir tür adı da veriyorlar: ‘İsveçleştirilmiş’. Yani Avrupa sanat sineması etkisi taşıyan! Bütün bu çekim süreçlerini, sivri zekâlı ekibimizin yaratıcı yöntemlerini izlemek müthiş keyifli. Aynı zamanda özellikle 80’li yılların filmlerine bir saygı sunumu da gerçekleştiriyor film. Ama her şey güllük gülistanlık gitmiyor, Türkiye’de video dükkânlarının köküne kibrit suyu eken telif hakları savunucuları Mr. Fletcher’in dükkânını da kapatacak işlemlere başlıyorlar çünkü İsveçleştirmek demek telif haklarını ihlal etmek demek.
Film biraz zayıf ama umutlu bir finalle bitiyorsa da o ana kadar izlediklerimiz ve bize yaşatılan keyif bu zayıflığı unutturuyor. Lütfen Başa Sarın bizi rahatsız eden birçok şeye karşı çıkışıyla, kültürden, mahalle ruhundan (baskısı değil dayanışmasından) yana tavrıyla gönlümüzde özel bir yer ediniyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com