TARİH:  5 Haziran 2010
GAZETE/DERGİ: Birgün

Televizyon yarışmaları, insanları  ne kadar aşağılarsa o kadar çok rating topluyor. Seyirciler, yarışmacıların acı çekmesini, küçük düşmesini seyretmekten zevk alıyor. Bunu yapıp satanlar ve bu işten para kazanlar iğrençler. Seyretmekten zevk alanlar, bu programlara malzeme olanlar peki? Onlar da masum değil, elbette. Ama onlar tedavi edileceklerine, hastalıkları sömürülen kurbanlara benziyorlar daha çok.
Hiç sansür olmayan bir ülke yok. Muhakkak bazı sınırlar konulur. En basitinden, çocuk pornosu her ülkede yasaktır. Dolayısıyla sansüre tamamen karşı olmak diye bir şey hiçbir yerde söz konusu değil. Ben de hiçbir şey sansürlenmesin, her şey serbest olsun demem mesela. Bu tip yarışma programları yasaklansa mesela, kılım kıpırdamadığı gibi, sevinirim de. Çünkü, insanları aşağılamaya, onurlarını kırmaya yönelik programlar bunlar. Ama bizde sansür böyle anlaşılmıyor tabii. Aşağılama ya da sömürüyle alakalı olmasa da seks (yakında Lars von Trier’in ‘Deccal’ini sansürlü izleyeceğiz) sansürlenir mesela.

EĞLENCE ANLAYIŞLARIMIZ FARKLI
Televizyonlarda sigara görüntüsü sansürlenir ama bu yarışma programları sansürlenmez. En son da Adana Altın Koza Film Festivali tümden sansürlendi. Gerekçe: “Eğlenecek” zaman değilmiş, çünkü İsrail’in yaptıkları ortadaymış! Festivali yasaklayanların eğlence anlayışı bu tip televizyon yarışmaları veya Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar filmleriyle sınırlı olsa gerek. Film festivalinin eğlence olmadığıyla, Filistin’e ayrılan bir bölüm içerdiğiyle ilgili çok doğru şeyler söylendi SİYAD, Ankara Film Derneği ve Türkiye Sinema Platformu tarafından. Ama bir de şöyle bakalım. Evet, festival eğlendirir. Evet, sinema bir şenliktir, Onat Kutlar’ın dediği gibi. Ama iyi sinema, sizin anladığınız anlamda eğlendirmez. Eğlenmekten bizim anladığımız şeyle sizin anladığınız şey farklı. Bizim anladığımız eğlenceden daha iyiye yönelme, daha fazla yakınlaşma ve daha fazla güç birliği yapma arzusu doğar. Film festivalinde eğlenmekle Adana pavyonlarında eğlenmek türdeş eğlence biçimleri değildir. Sizin eğlenmekten anladığınız şeyle bizim eğlenmekten anladığımız şey çok farklı, film festivalini yasaklayan saygıdeğer belediye yetkilileri! Ve tabii, başkasının yaptığı festival ihalesinde bir şekilde yer almamak da kanınıza dokunmuştur. Ne de olsa milyonlarca lira söz konusu değil mi? Herkes biliyor ki, be festivali ertelemek için bahane arıyordunuz. Referans gazetesinde Şenay Aydemir bu bahane arama çabalarınızdan söz etmişti zaten. Peki, bunca insanın programını altüst etmek, hevesini kırmak nasıl bir duygu? İhaleyi yeniden açtığınızda çok eğleneceksinizdir eminiz ama Altın Koza’nın onuru çiğnenmişliğiyle kalacak.

‘EV’DE HANGİ YAŞANAN SANSÜRLENİR
‘Ev’ filminin bu yazdıklarımla ilgisi dolaylı olarak var sadece. Kısacası filmi vesile ettim başka konularda konuşmak için. ‘Ev’e gelince: ‘Biri Bizi Gözetliyor’ yarışmalarından birinde geçiyor film. ‘BBG’ evinde her şey bilinen banalliğinde ve sıkıcılığında cereyan ediyor. Derken yarışmacılardan en entel olanı (filmlerin oyuncuların değil yönetmenlerin imzasını taşıdığını iddia edecek düzeyde sinema bilgisi olanı) seyircilerden en çok oyu alıp, en ağlak yarışmacıyı eliyor. Aslında ilk tercihi değil ağlak oğlan, ama diğer seçeneklerin ‘koruma duvarları’ var ve ayrıca entel oyuncu, ağlak oğlana iyilik ettiğini düşünüyor. Tam ağlak oğlan dışarı çıktığı sırada, bir baskın gerçekleşiyor. İçeriye eli silahlı biri giriyor. Saldırganla birlikte içerdeki ‘entelektüel’ düzey daha da yükseliyor. Çünkü, saldırganın yarışmanın formatına, içeriğine ve sahte ilişkilerine yönelik ciddi eleştirileri var ve yarışmacılara yaşadıkları ikiyüzlülüğü gösterme iddiasında. Onları çeşitli  seçeneklerle yüz yüze bırakıyor: Birbirleriyle sevişmek ya da birbirlerini öldürmek gibi. Sansür kurulu hangisini yapsalar o görüntüleri sansürlerdi sizce? Ya da yarışmacıların oto-sansür mekanizması hangi durumda daha yüksek alarm verirdi? Bunlar olurken, saldırgan da yerleştirdiği bombalarla kendisine bir koruma duvarı oluşturmuş durumdadır. Polisin içeriye müdahale etmesini bu bombalar engeller.
Saldırganın programa öfkesini anlıyoruz ama psikopatlığa varan tepkisini anlamamız için film yeterince veri sunmuyor. ‘Ev’in en zayıf yanı bu. Film, eleştiri oklarını da bu tip yarışmalarla ceplerini dolduran yapımcılardan ya da bu kültürün asıl sahiplerinden çok bu programların malzemesi olan, evet, insanı çok sinirlendiren ama yine de kurban durumunda olan yarışmacılara çeviriyor. Fakat oyuncuların performansları ve akıcı anlatımıyla ‘Ev’ başarılı bir ilk film.  Alper ve Caner Özyurtlu kardeşler, sinemaya hoş gelmişler.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com