TARİH: 1 Ekim 2016
GAZETE/DERGİ: Birgün
“The Cut”ın hem eleştirmenler bazında hem de gişede uğradığı başarısızlıktan sonra, Fatih Akın’ın büyük bir yapımcıyla, çok satan bir romanın film versiyonunda yönetmenliğe seçilmesi doğrusu yönetmen için büyük bir şans, nerdeyse bir ödül. Akın, Wolgang Herrndorff’un bestseller’i “Tschick”in haklarını almak için çaba harcamış ama başaramamış. Romanın çekim haklarını alan yapımcı ile yönetmen anlaşamayınca, çekimlerin başlamasından yedi hafta önce Fatih Akın görevinin başına getirilmiş. Daha önce “Solino” dışında kendisinin yazmadığı bir film çekmeyen Fatih Akın, bu kez profesyonel bir stüdyo yönetmeni gibi çalışmış. Yine de senaryoyu Hark Bohm’la birlikte elden geçirmiş ve başrol oyuncusunu değiştirmiş. Bir miktar damgasını vurmaya çalışmış yani.
Film iki uyumsuz, sınıflarının en az popüler delikanlısının bir yaz tatili sırasında yaşadıkları maceraları anlatıyor. Maik (Tristan Göbel) inşaatçı bir baba ve alkolik bir annenin oğlu. Baba ailesine tamamen ilgisiz, sevgilisiyle tatillere çıkan bir karakterken, anne tenis kortları ile alkolden arınmak için gittiği tedavi klinikleri arasında mekik dokuyor. Maik annesini aldatan babasından nefret ediyor; babasının sevgilisine yiyecekmiş gibi bakmayı ihmal etmezken.
Tschick (Anand Batbileg) ise Rusya kökenli bir genç. Kendisini Çingene Yahudi olarak yani tam bir “Öteki” olarak tanımlıyor. Yaz tatili başladığında Tschick çalıntı bir Lada’yla çıkageliyor. Maik’in âşık olduğu Tatjana’nın doğum gününe denk gelen bu ziyaret, doğumgünü partisine davet edilmeyen yegâne iki kişiyi oluşturan kahramanlarımızın önce partiye uğrayıp hava atmalarıyla başlıyor ve sonra ikilinin Tschick’in dedesini ziyaret etmek için Walachei’a yolculuğa çıkmalarıyla devam ediyor. Walachei gerçekte Romanya’da bir bölgenin adı ama, Almanca’da cehennemin dibi gibi mecazi bir anlamı da var.
Çeşitli çok da heyecan verici olmayan maceralar yaşayan ikili, Çek asıllı bir kızla da karşılaşıyorlar. Maik ilk cinsel deneyimini yaşamaya çok yaklaşıyorsa da, olmuyor. Maik sürekli kızlara âşık olsa da, film boyunca eşcinsel olup olmadığı sürekli gündeme geliyor. İki erkek arkadaşın dostluğundaki eşcinsel çekim iması film boyunca sürüyor.
Filmin finalini Freudyen bir bakış açısıyla yorumlamak mümkün. Babasını elemine eden Maik, annesinin tek “erkeği” olmayı başarınca, aşık olduğu Tatjana’dan vazgeçiyor. Yani ebediyen çocuk kalmayı seçiyor diyebiliriz.
Bir yol hikâyesi olan “Elveda Berlin” bu nedenle aynı zamanda bir büyüme hikâyesi olarak görülmemeli bence. Bir büyümeme hikâyesi aslında.
Yol filmi deyince akla Amerikan filmleri geliyor ve işin doğrusu bu janr Amerika’ya yaraşıyor. Bu iş Almanya’da olmuyor. Film çok klişelerle dolu, kanımca çekici bir yanı yok. Oyunculuklar orta karar, hikâye orta karar, maceralar heyecan verici değil ve sonuçta kahramanlarımız gerçek anlamda büyümüyor. Yan karakterler ise (Maik’ın babası ve annesi, polis, doğal yaşamcı çiftçi aile) karikatürden öteye gidemiyor. Bir filmden daha ne istemeyebiliriz?