TARİH:  1 Temmuz 2005

GAZETE/DERGİ: Birgün

Dünyalar birbirine girdiğinde… 

Spielberg’in ‘Dünyalar Savaşı’ hem ABD’nin yabancılardan duyduğu korkuyu yansıtıyor hem de işgallerin kalıcı olamayacağını ileri sürüyor. Amerikan toprakları hem kendisini hem de Irak’ı, uzaylılar ise hem El Kaide’yi, hem de Amerikan ordusunu temsil ediyor 

Orijinal adı: War of the Worlds Yönetmen: Steven Spielberg Oyuncular: Tom Cruise, Dacota Fanning, Justin Chatwin, Tim Robbins Türü: Aksiyon Macera Ülke: ABD 

Dünyalar Savaşı” sıradışı bir blockbuster, yani büyük bütçeli ve aynı ölçüde büyük para getirmesi beklenen bir Hollywood filmi. Bu filmin klasik anlamda kötülükle mücadele eden ve onu yenen bir kahramanı yok. Daha doğrusu bu filmde kahraman dünyanın kendisi veya onun üzerinde yaşayan mikroorganizmalar. 

Öte yandan “Dünyalar Savaşı” bir 11 Eylül sonrası filmi. Filmin yönetmeni Spielberg, “Ortak geleceğimizin nasıl olacağı konusunda hepimiz huzursuzluk duyuyoruz. Bu nedenle “Dünyalar Savaşı”nın bir 11 Eylül sonrası filmi olmasını istedim” derken, senarist David Koepp de “Tüm dünya ülkelerine yönelik bir Amerikan müdahaleciliği ve maceracılığı söz konusu… Amerikan müdahaleciliğinin sonucu belki de çok aptalca olacak. Bunu şu an için bilemiyoruz. Bu filmi izleyenlerin çeşitli görüşler ileri süreceğini şimdiden kestirebiliyorum. Kimileri ortaya çıkıp bu filmin 11 Eylül sonrası Amerikan paranoyasını yansıtan bir çalışma olduğunu iddia edecek. Onlar öyle görüyorsa öyledir. Kimileri de Irak Savaşı’ndaki Amerikan politikalarına karşı duran bir anti-savaş filmi olduğunu öne sürecek. Böyle düşünen olursa onlar da haklıdır”, demiş. 

Film gerçekten de hem ABD’nin yabancılardan duyduğu korkuyu yansıtıyor hem de işgallerin kalıcı olamayacağını ileri sürüyor. Amerikan toprakları hem kendisini, hem de bir anlamda Irak’ı, uzaylılar ise hem El Kaide’yi, hem de Amerikan ordusunu temsil ediyor. Filmin başlarında Fransa’nın Cezayir işgali üzerine bir ödev hazırlamakta olan küçük Rachel (Dakota Fanning), babası Ray’in (Tom Cruise) eline batmış olan kıymığı çıkartmasını engelliyor ve “vücudum onu nasıl olsa dışarı atacak” diyor. Tıpkı Cezayir’in Fransa’yı ve filmin finalinde dünyanın kendisini istila eden uzaylıları bünyesinden atması gibi. (Bu arada Ray’in bünyesinin de bir Arap yemeği olan humus’u reddettiğini ve dışarı attığını not edelim.) Uzaylılar ciddi bir direnişle karşılaştıkları için değil, dünyanın bakterilerine dayanıksız oldukları için yok oluyorlar. Peki bundan, Irak’taki direnişin manasız olduğu sonucu çıkarılabilir mi? Iraklılar direnmeyip, ABD’nin bu ırak diyara uyum sağlayamadığı için çekip gitmesini mi beklemeli? Açıkçası filmin bunu söylediğini düşünmüyorum. Filmin 11 Eylül bağlamında söylediği saldırının korkunç olduğu, halkın ruh halini altüst ettiği ve de işgallerin 

er geç başarısızlıkla sonuçlandığı. 

Tabii ki film politik bir söylemden ibaret değil. Bütün bunlar sorumsuz bir babanın ihmal ettiği çocuklarını koruma ve onlarla yeniden iletişim kurma süreci içinde işleniyor. Bir dok işçisi olan Ray, eski karısı ve onun yeni kocası hafta sonu şehir dışına çıktıkları için, iki çocuğuna bakmak zorunda kalıyor. Ve o sırada uzaylıların işgali başlıyor. Önce hava kararıyor, şimşekler çakıyor ve yerde açılan çukurlardan dev üç ayaklı (tripod) robotlar çıkıyor Bu sahnenin çok etkileyici çekildiğini söylemek gerek. İlk yıkılan binanın bir kilise olması (Ray’in humus yiyememesiyle birlikte), medeniyetler çatışmasına bir gönderme olarak okunabilir. Sonradan öğreniyoruz ki uzaylılar şimşekler aracılığıyla yeraltındaki robotlara ulaşmışlar ve onları yönetiyorlar. Bu robotların oraya yerleştirilmesi ise belki binlerce ya da milyonlarca yıl önceye gidiyor. Peki uzaylılar niye o zaman yeryüzünü işgal etmemiş, bunu bilemiyoruz. İnsanoğlunun en arkaik korkularının, yani örümcek, ahtapot ve yılan gibi hayvanlardan korkularının cisimleşmiş hali olan bu robotlar dehşet saçmaya başlıyorlar. Yine bazı saçmalıklar birbirini izliyor. Korkunç bir yıkım gücü olduğu belli olan bu robotlar önce insanları nedense tek tek avlıyorlar. Amerikan ordusu ve yarı-kahramanımız Ray dışında bozulan arabalarını çalıştırmayı beceren kimse çıkmıyor. Ray ve kızı Rachel bir meczub ve belki de potansiyel bir pedofilin (Tim Robbins) evinde saklanırken, uzaylıları ilk kez görüyoruz. Sanki Saddam Hüseyin kadar önemli birileri saklanıyormuş gibi bu yaratıklar uzun uzun evi arıyorlar. Çok ileri bir uygarlıktan gelmelerine rağmen, Jurassic Park’ın dinozorlarını andırıyorlar ve sanki konuşma yetenekleri, yani bir dilleri de yok. Baba-kız evden çıktıklarında bir uçağın evin yanıbaşına düştüğünü görüyorlar (11 Eylül’ü hatırlatan sahnelerden biri). Fakat uçak o kadar usturuplu düşmüş ki çevrede tek hasar görmeyen şey kahramanlarımızın arabası. Ray tam bir kahraman olmasa da yine de bir kahramanlık yapıyor ve bir robotu imha ediyor. Robotun bu sahnede canlı bir organizmaya benzetilmesi ve anüs benzeri bir organla insanları yutmasının yorumunu psikanalistler yapsın. Bütün bu saçmalıklar arasında çok etkileyici sahneler var: Yanan bir trenin hızla geçmesi ve kaçmak için bir vapura binmeye çalışan – halkın çalışan tek arabaya sahip olmak için birbirini öldürmesi gerçekten müthiş sahneler. Ama filmin saçma konusundan kaynaklanan sıkıcılığını gideremiyorlar. Keza belki de kendisine en uyan rolde yani büyüyememiş koca çocuk rolünde Tom Cruise’un sergilediği başarılı performans da bir şeyi değiştirmiyor. Tam esnemeye başladığımızda uzaylı tehdidi aniden bitiveriyor. Pek inandırıcı olmayan “yeniden birleşmiş” aile tablosunu ise, teşekkür ederim, ben almayayım. Geriye birkaç çok iyi çekilmiş sahne ve 11 Eylül sonrasına ilişkin büyük Hollywood sermayesinin bile Bush yönetiminden tam desteğini çektiğini görmenin sevinci kalıyor. Filme kaynaklık eden H. G. Wells romanının, 

Orson Welles’in Amerika’yı paniğe sokan ünlü radyo programına da kaynaklık ettiğini belirtelim. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com