Tarih: Temmuz 1992
Gazete/Dergi: Antrakt
‘Paris’te Son Tango’yu çektiğinde Bertolucci 31 yaşındaydı. Film büyük bir olay oldu. Newsweek ‘en sıcak film’, Time ‘Paris’te seks ve ölüm’ başlığıyla kapak yaptılar. İtalya’da mahkemelik olan Tango aklandıktan sonra gösterilebildi. Türkiye’ye sıcağı sıcağına geldi ama Türk usulü sansürden geçerek; film 45 dakika kısaltılmıştı.
New Yorker’ın ünlü eleştirmeni Pauline Kael filmin ilk gösteriminin Stravinsky’nin ‘Bahar Ayini’nin ilk kez icra edildiği gün gibi tarihi bir olay sayılması gerektiğini ileri sürdü. Robert Altman (‘M.A.S.H.’, ‘Fool for Love’, ‘Beyond Therapy’) film değerlendirilmesinde artık ‘Son Tango’nun ölçüt olarak alınması gerektiğini söyledi. Filmi beğenmeyenler de oldu elbette. Bertolucci’nin ustalarından Pasolini ‘Sadizmin nesi yeni?’ deyiverdi. Ama Pasolini azınlıktaydı (Başka bir yerde olması düşünülebilir mi?) ‘Paris’te Son Tango’ döneminin (1972-73) en büyük medya olayıydı ve kimse kayıtsız kalmamıştı. Marx ve Freud’dan etkilenen Bertolucci Son Tango’dan sonra büyük bir tarihsel film yaptı: ‘1900’. 1990’a gelindiğinde ise Bertolucci bu kez başka bir büyük tarihsel filmin, ‘Son İmparator’un ardından aynı temalara dönüş yaptı. Bu kez Tango’nun mekanı Afrika’ydı, Fas’tı. Ama her şey sanki geçmişin aynadaki bir yansıması gibiydi. ‘1900’ bir hayal kırıklığıyken ‘Son İmparator’ 9 Oscar alarak büyük bir başarı kazanmıştı.
‘Çölde Çay’ ise ‘Paris’te Son Tango’nun karşılaştığı ilginin binde birini bile göremedi. Türk sansürü bile filme dokunmadı. TV’de ve sinemalarda kesiksiz izleyebildik. Oysa bu film de oldukça erotikti. Ama ‘Son Tango’daki şiddetyoktu ‘Çölde Çay’da. Hoş, olsaydı da belki artık şiddet duygunu bizler yine de etkilenmeyecektik. ‘Son Tango’yla ‘Çöl’de Çay’ aslında şaşırtıcı derecede birbirine benziyordu, ama hem yaşadığımız dönemlerin hem de ‘Şiddet’ unsurun farklılığı aynı biçimde etkilenmemizi önledi. Ve galiba bu yüzden filmler arasındaki benzerlikler de fark edilmedi.
‘Paris’te Son Tango’ iletişimin olanaksızlığı, kaçış, yabancılık ve anonim seks üzerine bir filmdi. ‘Çölde Çay’da öyle. ‘Son Tango’da 45 yaşlarında ABD’li Paul (Marlon Brando) hiçbir zaman tanıyamadığı, sevgisini gösteremediği karısının intiharından sonra, hiç tanımadığı ve tanımayı da reddettiği çocuk-kadın Jeanne’la (Maria Schneider) ilişkiye girer. Paul bir yabancıdır. ‘Paris’te bir Amerika’lı. Bir gezgindir. (Oteldeki temizlikçi kadın polislerle konuşmasını anlatır: Paul ABD’de boksörlük, Güney Amerika’da devrimcilik, Japonya’da gazetecilik yapmıştır. Bir bakarsınız Tahiti’dedir. Sonra Paris’e gelmiştir.) Köksüzdür ve kök salamaz. ‘Patates büyüklüğündeki’ prostatı çocuk yapma şansını da yok etmiştir. Evlilik: Düzenli bir yaşam konusundaki bu girişimi de başarısızlıkla sonuçlanınca toplumla arasındaki köprüleri atar. Jeanne’la ilişkisinde seks dışında her şeyi dışarıda bırakır. Konuşulmayan, adların, geçmişlerin sorulmadığı, evin dışında birlikte olunmadığı, toplumsal bütün değerlerin aşağılandığı, nihilist bir ilişki. Jeanne, Paul’e hayatının erkeği olduğunu söylediğinde Paul’ün tepkisi Jeanne’den parmaklarını kıçına sokmasını istemek olur. Erkeklik de kadınlık, aile, aşk ve kilise ve benzeri diğer bütün kurumlar gibi aşağılanmaktan nasibini alır.
Ama 20 yaşlarındaki Jeanne, Paul’le aynı noktada değildir. Paul, Jeanne’ı kaybetmeye başladığını anlayınca nihilist konumunu umutsuzca terk etmeye çalışır. İlk kez Jeanne’a geçmişinden söz eder. Ama bu toplumsallaşma çabası yalnızca sonu hızlandırır. Gizemini tümden yitirir Paul. Yaşlı, kısır, orta halli bir serseridir Geçkin orospulara hizmet veren bir oteli olan Jeanne’ın kişiliksiz nişanlısı Tom (Jean-Pierre Leaud) daha genç ve daha güvenli bir alternatiftir. Paul’den kurtulmaktan başka bir şey istemeyen Jeanne sonunda subay babasının beylik tabancasıyla Paul’ü vurur. Paul eninde sonunda adını bile bilmediği bir yabancıdır.
‘Çölde Çay’ın kahramanları Kit (Debra Winger) ve Port da (John Malkowich) Paul gibi bir gezgindir. Fas’a geriye, ABD’ye dönme hesabıyla gitmemişlerdir. Turistlerle farkları da buradadır Port’un tanımlamasıyla. Kit’le, Port birbirlerini severler ve aldatırlar. Port bir fahişeyle, Kit, Tunner adlı bir Amerikalıyla. (Son Tango’da Paul’ün karısı Rosa’nın da bir sevgilisi vardır. Rosa’nın Paul’e benzetmeye çalıştığı.)
İngiliz bir ana oğul ve Tunner’dan uzaklaşma çabasındaki Port yakalandığı hastalığı önemsemez. Ölümüne doğru yalnızlaşma, uzaklaşma çabasını sürdürür. Bir tür intihardır Port’unki. Bu evlilik de ‘Son Tango’daki gibi eşlerden birinin ölümüyle sona erer. Simetri sürer; bu kez ölen erkektir. Yabancı bir ülkede yalnız kalan Kit bir Bedevi kervanına katılır. Ve Bedevi şeyhi (?) çocuk-erkekle yalnızca sekse dayanan bir ilişkiye girer. Konuşma yine yoktur. Zaten ortak bir dil de yoktur orta yaşlı kadınla çocuk-erkeğin arasında. Ama ‘Son Tango’daki şiddet de yoktur. Birbirlerinin adlarını da bilmezler.
Bedevinin adını seyirciler de öğrenemez. Kit sonunda aşk evinden ayrıldığında, sokağa çıkıp halkın arasına katılmaya çalıştığında ilişkinin sonu gelir. ‘Son Tango’da Paul’le Jeanne ilk kez sokakta birlikte olduklarında ilişkileri çoktan bitmiştir. Geriye son noktayı koymak kalmıştır.
Çözüm yoktur. Aşk ne içinde, ne dışında yaşanabilir uygarlığın. Kit bir süre hastanede kaldıktan sonra yolculuklarının ilk durağı olan cafeye döner. Port’tan çok daha silik biri olan Tunner’la buluşmaya mı? Belki. İki filmin ortak bir başka noktası da renkleridir: Ölümün ve ateşin rengi sarı. ‘Son Tango’daki kahverengiye, kırmızıya çalan sarı, ‘Çölde Çay’da güneşin ve kumun parlak sarısına yansır.
Meraklısına:
‘Son Tango’nun jeneriğinde Francis Bacon’ın iki tablosu yer alıyor. Saksafon Gato Barbieri’nin.