TARİH:  12 Kasım 2011
GAZETE/DERGİ: 
Birgün

Ünlü açıkça birilerine sopa atmak için yapmış bu filmi. Ve dövdükleri de Batı kültürünü temsil edenler, dinsizler ve “dolayısıyla” ahlaksız olanlar! Denklem böyle kurulmuş filmde. Bu denklem, yanlış ve çirkin bir denklem. 12 Eylülcülerin temel özelliğini ve suçunu dinsizlik olarak görmek ise tamamen yanlış.

Bu ülkede linç edilmek istiyorsanız ateist olabilir ve dini eleştiren şeyler söyleyerek işe başlayabilirsiniz. Vatandaş derhal durumdan vazife çıkaracaktır. Güvenlik güçleri vatandaşın “haklı infialini” seyredecek, iktidardaki partinin adı ne olursa olsun, linç edilenin sağlığıyla değil, linç edenlerinkiyle ilgilenilecektir. Linç edenler korunacak, kollanacak, evlerinde huzur içinde ölene kadar yaşayacaklardır. Yok, eğer linççi vatandaşlar yurtdışında kazara yakalanmışlarsa, iadeleri talep edilmeyecektir. Linç edenler, linç edilenlerle eşit sayılacak, adlarına plaketler dikilecek, yakıldığınız yerden yıllarca kebap kokuları yükselecektir. Bunlar Türkiye’de yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Sivas Madımak Oteli Katliamı’ndan söz ettiğim belli olmuştur. Bu olaylara neden olarak Aziz Nesin’in, “Şeytan Ayetleri” (Salman Rushdie) kitabını basmak istemesi gösterilmişti. Yani İslam dinini eleştiren bir metin basmaya kalkmanın cezası, linç edilmekti. Linç edenler ise yakalanmadılar. Linççileri savunan avukatların çoğu bugün meclisteler ya da başka yüksek mevkilerdeler, ülke yönetiminde söz sahibiler. Ama bu mesele AKP’yle özdeşleştirilecek bir mesele değil. Hiçbir iktidar birbirinden çok farklı değildi. Dönemin başbakan yardımcısı Erdal İnönü’nün katliam karşısındaki pasifliği unutulmuş değil. 12 Eylül’ün paşaları farklı mıydılar? Ya da 12 Eylül’ün anayasasını hazırlayan hukukçular din konusunda nasıl bir tutum içindeydiler? Cevabını anayasada bulabilirsiniz: Zorunlu din dersi denilen, zorla Sünnileştirme operasyonu, o hukukçular tarafından anayasaya konuldu.
Bu ülkede ateistlere çakmak kadar kolay bir şey olamaz. Eli kolu bağlı birini dövmek ne kadar kolaysa, o kadar kolaydır bu. Öte yandan 12 Eylül’ün hukukçularına söylenecek ne çok söz var! Temelde hala o anayasayla yönetildiğimiz için bu sözlerin meşruiyeti de var. Mesela şu zorunlu din dersi konusunda birisi açsa ağzını, yumsa gözünü, ne iyi eder. 12 Eylülcülerin eleştirilebileceği binlerce konudan sadece biridir bu din dersi konusu. O hukukçuların, en önemsiz, en bizi ilgilendirmeyen yanlarından biri ise içlerinden kimilerinin dindar olmamasıdır herhalde. O hukukçuların kişisel inançları ya da inançsızlıkları, onları, toplumu dindarlaşmaya yönlendiren ve dine alternatif olabilecek sol ideolojiyi şiddetle bastıran bir anayasa ve yasalar yapmaktan alıkoymamıştır. Başarılı da olmuşlardır; sonuç ortada zaten. Ama beklentilerini ve arzularını aşan bir dindarlaşma yaşanmıştır ve bu da onların körlüğünden başka bir şeye işaret etmez.
Müjde Işıl, Sinema Dergisi’nin Kasım sayısında Onur Ünlü’yle bir söyleşi yapmış. Ünlü son filmi “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi”nde  (CTVAAAH) neyi önemseyip neyi önemsemediğini anlatmış bu söyleşide. Filme adını veren Celal Tan bir anayasa hukukçusu; 12 Eylül anayasasının kabul edildiği tarihte, yani 1982’de kurulmuş olan Anayasa Hukukçuları Derneği’nin üyesi… Tan ve çevresi inanılmaz derecede dinle alakasız (İslamın beş şartını bile bilmeyecek kadar; Türkiye’de olacak şey değil) ve dibine kadar da ahlaksız bir çevre. Dinsizlikle ahlaksızlık arasında bir bağ kurmak, seyirciye kalmış. Bir de bu çevrenin fazlasıyla Batılı olduğunu da eklemek lazım. İçlerinde operacılar filan var.
Onur Ünlü sözünü ettiğim söyleşide, yazdığı senaryonun “ucu oraya doğru gidiyor” olsa da, aslında devlet eleştirisi, aile eleştirisi gibi şeylerle ilgilenmediğini söylüyor. Ünlü asıl “dinsizlerin ölümle imtihanıyla” ilgileniyor. Ama empati kurarak değil, ölümün tokadına bir de kendi tokadını ekleyerek: “Mesela filmde kanser durumu var ve ölmeye yaklaşmış bir insanın ölüme hiç hazır olmayışı ortaya trajik bir durum çıkarıyor. Bu adamın bir anayasa hukukçusu olması, meseleyi çok daha rahat anlatıyor. Bir anayasa hukukçusunun ölümle, yaşam sonrasıyla, öbür dünyayla bağlantısının neden zayıf olduğu çok ortada. Çünkü onlar, bunlarla ilgilenmezler; bu dünyayla ilgilenirler ama öbür dünyadan bir tokat geldiği zaman şaşırıp kalırlar. Dolayısıyla ben bununla ilgileniyorum ama bu bir yerden falancanın eleştirisi gibi okunabilir; okunsun… “

Evet, bir yerden falancanın eleştirisi gibi okunuyor ama falancanın en eleştirilmesi anlamsız yanının eleştirisi gibi okunuyor. 12 Eylül’ün anayasası, tekrar ediyorum zorunlu Sünnileştirme operasyonunu ilkokullardan başlatmıştı. Hala da bunun içindeyiz. O hukukçu kişisel hayatında artık, Allaha mı tapar, şeytana mı; dindar mıdır, değil midir beni pek ilgilendirmiyor. Sonuç olarak benim için o “dindardır” çünkü kamusal hayatında topluma dindarlığı dayatmıştır! Ünlü, kendine çok güvenli bir yerden konuşuyor, filminde de, söyleşisinde de. “Onlar” diyor, filmindeki kahramanlarına. Kahramanlarını bu kadar ötekileştirirsen, seyircine nasıl anlatacaksın? Anlatamayacaksın, zaten anlatamıyorsun da… Bütün herkes iki boyutlu karikatürlerden ibaret filmde. “Ölüme hazır olmak” diyor, “ölümle, yaşam sonrasıyla, öbür dünyayla bağlantı”dan söz ediyor. Yahu öbür dünya hakkında ne biliyorsunuz Onur Bey? Ölümle nasıl bir bağlantı kurdunuz? Yaşam sonrasında ne olduğunu, ne biliyorsunuz? Bu kendine güven nerden? Öbür dünyadan gelen tokatlar dindarı da dinsizi de aynı şiddetle sarsıyor. “Çünkü onlar” yani dinsizler ölümle karşılaştıklarında şaşırıp kalırlarmış! Dini bütün vatandaşlar, öbür dünyadan tokat geldiğinde bir de diğer yanağını mı çevirir? Metanetle mi karşılar? Hadi canım sen de…

Ünlü açıkça birilerine sopa atmak için yapmış bu filmi. Ama en kalın sopalarını kullanmamış olabilir, o başka. Ve dövdükleri de Batı kültürünü temsil edenler, dinsizler ve “dolayısıyla” ahlaksız olanlar! Denklem böyle kurulmuş filmde. Bu denklem, yanlış ve çirkin bir denklem. 12 Eylülcülerin temel özelliğini ve suçunu dinsizlik olarak görmek ise tamamen yanlış. Elinde Kuran’la dolaşan Evren’in ve diğer cuntacıların hala yargılanmadığını unutmayalım. Bugünkü rejim, 12 Eylül doğal sonucu ve devamıdır. Bugünün ve o günün sınıfsal duruşu tamamen aynıdır.
Film eleştirisinden çok Ünlü’yle bir polemik oldu bu yazı. Film, daha çok bir televizyon filmi gibi. TV filminin daha özenlisi, o kadar. Absürt yani “saçma” filmin içinde çok yer ediniyor ama film her an absürt değil. İşin kötüsü absürt olmadığı zamanlarda da inandırıcı değil. Başındaki cinayet sahnesinden başlayarak filmin “ciddi” sahneleri iyi kotarılmamış. Mesela cinayeti kimin gözünden görüyoruz; bulundukları noktadan o insanlar katili görebilirler mi, görürlerse katil de onları görmez mi? İki tane aynı adlı insan olabileceği nasıl kimsenin aklına gelmez? Pankreas kanserinden ölmekte olan bir insan öyle mi görünür? Kim bir başkasına gider de “sen ölüyorsun nasıl olsa, işlediğim cinayeti üstlen” der. Bunlar filmin absürt anlayışıyla açıklanacak şeyler değil. Bunlar basitlik, o kadar.

Tekerlekli sandalyedeki babaannenin bile ailenin diğer fertlerinden daha hızlı reaksiyon gösterdiği, kimi tiplemelerin karikatür bile olamayıp, çöp adam düzeyinde kaldığı (kapıcı, polisler…), cinsiyetçi küfürlerin büyük bir hazla kullanıldığı, insana dokunamamış bir film CTVAAAH. Anarşist bir yanı yok, düzenle kavga eden, delikanlı bir yanı hiç yok, tam tersine tam bu çağın, bu düzenin filmi. Absürt mizahına da mizah dergilerinden alışığız, bir yenilik içermiyor. Ama küfre sığınmadığı zamanlarda bir-iki kez beni de güldürdü…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com