TARİH: 13 Mayıs 2017
GAZETE/DERGİ: Birgün
Kaygı, içinde yaşadığımız kâbusu anlatıyor. İktidarın borazanı olmuş bir medyayı, inşaat furyasıyla artık tanıyamaz/sevemez olduğumuz kentlerimizi ve bu ortamda kendisine yanlış öğretilen şeyleri sorgulayan, gerçeği bulmaya çalışan bir bireyin bunalımlarını gösteriyor. ‘Kaygı’, bir yanıyla son derece gerçekçi bir Türkiye tablosu çizerken, bir yanıyla da distopik bir yerde duruyor. Filmin kahramanı Hasret’in (Algı Eke) yaşadığı paranoya ve yabancılaşmanın son derece gerçekçi temelleri var ama bu ruh halinin, gerçekliğin ötesine geçen, distopik bir yanı da var. Hasret’in yaşadığı kadar kötü durumda değiliz.
İktidarlar, hesabını vermedikleri karanlık olayları unutturmak için çaba harcıyorlar. Yalaka medya da onların baş destekçisi. Ama buna rağmen, yaşadığımız trajediler hakkında Hasret kadar yanlış bilgi sahibi değiliz. Ne kadar unutturulmaya çalışılsa da Sivas’ı unutmadık. Sivas’ta babalarını kaybeden çocuklar direnmeye devam ediyor. Yaralılar, acılılar ama hayatlarını herkes kadar yaşıyorlar. Film, iktidarın en azından bir süreliğine Sivas’ı unutturmayı başarmış olduğunu varsayıyor. Ama, bu noktada kalmıyor ve hatırlamanın mümkün olduğunu, bastırılanın geri döneceğini de söylüyor. Yani uç noktada bir karanlıktan başlayıp, bir umut kapısı aralayarak bitiriyor.
Aslında unutmak, sağlıklı bir yaşam sürebilmek için gerekli bir şey. Acılarımızı ilk günkü şiddetlerinde yaşasak çıldırırdık. Ama unutmanın yolu bastırmamaktan geçiyor. Acıyla yüzleşmekten, acının sebepleriyle hesaplaşmak gerekiyor ki zamanla o acıyı hayatımızı belirleyen bir unsur olmaktan çıkarabilelim. Sivas’taki aydın katliamıyla hesaplaşılmamış olması, davanın avukatlarının bugün siyasi elitin parçası haline gelmesi, daha net ifadeyle AKP’nin saflarında mevki-makam sahibi olmaları, acının şiddetinin azalması bir yana artmasıyla sonuçlanıyor.
Yanlış anlaşılmasın, ‘Kaygı’ doğrudan doğruya Sivas Katliamı’na dair bir film değil. Ama Sivas Katliamı’yla alakalı bir film. “Menekşe’den Önce” dışında bu konuya duyarlı bir şekilde değinen, uzun metraj pek bir film yapılmadı. Medyanın içinde bulunduğu korkunç durumu yansıtan film de pek yapılmadı. ‘Kaygı’ bu konulara eğilmesiyle, doğru ve cesur bir şey yapıyor. Görsel ve işitsel anlatımıyla gerilim atmosferi kurmada oldukça başarılı da. Fakat filmin kurguda yaklaşık 30 dakikalık kısmının kısaltılmış olması, hikâyenin akışını zedelemiş. Sanki kimi bağlantılar kopmuş gibi. Kaygı atmosfer kurmadaki başarısını, öykü anlatmakta aynı derecede kuramıyor. Ve sonuçta bastırılanlar su yüzüne çıksa da, o kadar uzun süre suyun altında kalmak bana çok da iyi gelmedi.
Televizyon programcılığından (En Heyecanlı Yeri) gelen Ceylan Özçelik, ilk uzun metrajı ‘Kaygı’yla, Berlin Film Festivali’nde Panorama bölümünde yer almayı başardı. Az buz başarı değil.
‘Kaygı’, ulusal ve uluslarası ödüller aldı ve görünen o ki filmin festival serüveni devam edecek. Ceylan Özçelik’in yönetmenlik serüveninin de uzun yıllar boyunca devam etmesini umuyorum çünkü ‘Kaygı’da gördüğümüz; sağlam bir yönetmenlik kumaşına sahip olduğu.