TARİH: 14 Nisan 2006
GAZETE/DERGİ: Birgün
Kamelyalı kadın Los Angeles’ta
Orijinal Adı: Ask the Dust Yönetmen: Robert Towne Oyuncular: Colin Farrell, Salma Hayek, Donald Sutherland, Eileen Atkins Türü: Romantik-Dram Ülke: ABD
Aşk’a Sor’un aşkında neden kesme işareti var anlamak zor. Filmin çevirisinde kaybolan nüanslar da var ama onlar zaten hep var. Sonları iyiden iyiye klişe olsa da fena bir film değil “Aşka Sor”. Son Zorro filminde Amerikanın parçası olduk diye sevinçten oynayan Hispaniklerin gerçekte karşılaştıkları aşağılanma ve dışlanmayı da bu filmde görmek mümkün. Tabii sadece onların aşağılanması değil söz konusu olan. Beyaz Anglo-Sakson ve Protestan (ASP) olmayan herkes ikinci sınıf vatandaş 1930’ların bunalım yıllarının Amerika’sında. Aşağılanan Yahudiler, İtalyan, İspanyol ve Japon asıllılar da fırsat bulduklarında birbirlerini aşağılamaktan geri kalmıyorlar. Aşk’a Sor bu ortamda yazar olma hevesiyle kırsal sayılabilecek Colorado’dan kalkıp Los Angeles’a gelen İtalyan asıllı züğürt yazar Arturo Bandini’yle (Colin Farrel) Meksikalı göçmen garson Camilla Lopez’in (Salma Hayek) aşkını anlatıyor.
Arturo, şan, söhret ve güzel kadınların hayalini kurarken yaşadığı gerçek bunlarla tam bir çelişki içinde. Kelimenin tam anlamıyla meteliğe kurşun sıkıyor Arturo ve portakalla karnını doyuruyor. Büyük aşk romanları yazmayı hayal ediyor ama kadınlarla hiç deneyimi yok. Ve açıkça korkuyor da cinsellikten, iyi bir yazar olamamaktan korktuğu kadar. Bütün afra tafrası da biraz bu korkularını gizlemek için zaten. Son 10 penny’siyle (kuruşuyla) gittiği barda Meksikalı garson kız Camilla’yı aşağılavıp havasını atıyor ama her şey orada başlıyor. Kendisi de İtalyan asıllı oluşundan dolayı çok aşağılanmış olan Arturo, Meksikalıları küçük görerek yaralı gururunu onarmaya çalışıyor. İkilinin arasında yine de bir ilişki başlar gibi oluvor: Camilla’nın iş arkadaşı Sammy White’la (Justin White) da bir ilişkisi olduğunu fark edince Arturo yine kaba davranışlarına dönüyor. White adı üstünde bir beyaz üstelik ve ikilinin ilişkisinin üzerine gölgesi bütün film boyunca düşüyor. Bir anlamda her şeyin sonu onun yüzünden geliyor.
Arturo, Camilla’nın hayalini kurarken bir başka yaralı ruh hayatına giriyor, Vera da bir dışlanan, bir Yahudi ve sadece ruhen değil fiziksel olarak da yaralı. Arturo, Vera’yı sevmiyor ama sevişmeyi ondan öğreniyor ve bir anlamda Camilla’yla ilişkisini sürdürebilmesini sağlayacak gücü ondan alıyor.
Hayata tutunma çabası içinde, kendi ülkelerinde yabancı iki insanın gelgitlerle dolu ilişkisi çok kısa mutluluk anlarına tanık oluyor. Ama ırk ayrımını aşmaya yetmiyor aşklarının gücü. Camilla’nın maruz kaldığı ayrımcılık Arturo’nunkinden çok daha büyük ve Camilla marijuanadan medet umuyor.
Haftanın en iyisi, ama festıval bitince
Filmin sonu fazla bildik bir biçimde sonlanıyor, Kamelyalı Kadın’a (Camilla adı tesadüf değil sanırım) gönderme yapar bir biçimde. O kadar klişe ki bu final, ardında başka bir amaç var mı diye sormadan edemiyor insan. Acaba geçmiş bir dönemden söz etmenin en iyi yolunun o dönemin diliyle konuşmak olduğunu mu düşünüyor yönetmen Towne? Towne’in 71 yaşında oluşu nostalji olasılığını da düşündürüyor.
Aşk’a Sor insanda derin izler bırakacak bir film değil ama seyrettiğimiz bir sürü aşk hikayesinden çok daha iyi bir film. Kahramanlarının içinde yaşadıkları dünya ve o dünyanın ilişki üzerindeki etkisini çoğu filmde görmek mümkün değil. Aşkın soyut bir şey olmadığını ve iki insanın birbirlerini sevseler de dış dünyanın üzerlerindeki etkisini aşamayabileceklerini göstermesi ‘Aşk’a Sor’un olumlu yanlarından biri. Filmin görüntüleri de birinci sınıf; oyunculukları da sınıfı geçer. Haftanın en iyisi demekte sakınca yok. Tabii festival bittikten sonra.