TARİH: 7 Ekim 2017
GAZETE/DERGİ: Birgün
Darren Aronofsky’nin “anne!”sine yüzyılın en kötü filmi diyenler var. Kimi eleştirmenlere göre ise film bir başyapıt. Bence Aronofsky uçmaya çalıştığı için takdiri hak ediyor ama doğrusu kafa üstü çakılmış demek gerekiyor.
Filmin anlatmak istediği şeyi sevdim aslında. Şimdi söyleyeceklerim feministleri kızdırmasın: Bence bu fani dünyada yapılabilecek en nitelikli üretim insan üretmektir. İnsandan daha karmaşık, daha nitelikli, daha mühim bir şey var mı bu dünyada? Ama bu üretim “boklu bebek bezi yıkamak”a indirgeniyor ve aşağılanıyor. Erkek bakış açısı toplumlara egemen olduğu için kadınlar da çoğu zaman çocuk yetiştirmeyi niteliksiz bir işmiş gibi görüyor. Sanki boktan bir şirkette boktan bir memuriyette çok nitelik varmış gibi. Tabii, çocuk yetiştirmek sosyal statü ve para kazandırmıyor, bu dezavantajları açık. Ama bu işin de ücretlendirilmesi pekala düşünlebilir ve düşünülmeli.
“anne!” de erkeğin yaptığı iş memuriyet değil ama! Errrkek, nasıl derler, bir şair! Bir sanatçı! Yüce bir varlık! Hamile karısının onun yanında ne önemi var? Alt tarafı bir bebek doğuracak, abartacak ne var? İroniyi bırakırsak bir bebeğin yanında Mona Lisa’nın da Shakespeare’in sonelerinin de kıymeti harbiyesi yoktur bence. Ama işte dünyada işler böyle yürümüyor. Mona Lisa tablosu imha edilse, bütün dünya kan ağlar. Ama hergün binlerce bebek öldürülüyor, kimsenin umrunda değil.
Aronofsky, bana kalırsa, dünyanın bu halini anlatmaya çalışmış. Ama seyirciye ayaklarını basabileceği sağlam bir zemin vermemiş. Sonuçta, kakafonik bir film çıkmış ortaya. Yine de Jenniffer Lawrence’ın iyi oyunculuğu, kimi çok etkileyeci sahneleri ve tabii benim anladığım mesajıyla “anne!” izlenmeye değer.
*****
El Gouna: Ödül Alan Filmler
Geçen haftaki yazımı yazdığım sırada El Gouna’da ödüller belli olmamıştı. Uzun metraj konulu film dalında büyük ödülü genç Gürcü yönetmen Ana Urushadze “Korkunç Anne” filmiyle kazandı. Ana Urushadze henüz 27 yaşında ve şu ana kadar “Korkunç Anne”yle girdiği her yarışmadan birincilikle döndü. Bunlar arasında Locarno’dan alınan en iyi ilk film ödülü ve Saraybosna Film Festivali en iyi film ödülü var. Uyduruk festivaller değil yani ki El Gouna’nın yarışması da güçlü filmlerden oluşuyordu. “Korkunç Anne” klasik anlamda feminist bir film gibi başlıyor. Ezilen bir ev kadını, kitap yazmaya başlar. Fakat kitabının erotik içeriği ortaya çıktıkça kocası ve çocuklarının tepkisini çeker. Neyse ki bir kitapevi sahibi kadına destek olmaktadır. Kafka’nın “Dönüşüm” romanıyla da paralellikler taşıyan öykü, seyirciyi şaşırtmayı başarıyor. Bunun ötesinde bir ilk filmden beklenmeyecek kadar olgun bir sinema dili var filmin. Oyunculuklar ve görüntü yönetimi de çok iyi olunca ortaya ödül canavarı bir film çıkmış. “Korkunç Anne”yi Nisan ayında İstanbul Film Festivali’nde seyretme fırsatımız olacak.
İkincilik Ödülünün sahibi “Hakaret”i geçen hafta konu etmiştim ki o da Filmekimi’nde gösterildi. Festivalde üçüncülük ödülünü kazanan Boris Klebhnikov’un “Aritmiya” adlı filmini ise izleyemedim.
Festivalde en iyi erkek oyuncu ödülünü Lucrecia Martel’in Zama adlı filmindeki rolüyle Daniel Gimenez Cacho’nun oldu. Martel’in Zama’sı takibi zor bir film. Geçtiğimiz hafta Filmekimi’nde gösterilen film bazen bir rüya atmosferi kazanıyor; kimi zaman karakterlerin ruhunda yankılanan sesler fona hakim oluyor. 18. Yüzyılda Arjantin’de bir devlet görevlisinin Godot’yu bekler gibi tayinini beklemesi ve bu tayinin bir türlü gerçekleşmemesinin filmin konusunu oluşturduğu söylenebilir. Çok etkileyici sahneleri olan bu film ikinci bir seyri hak ediyor. Martel, ilk filmi Bataklık’la (La Cienega) sinemaya başladığından beri, her filmiyle ilgi çekmeye devam ediyor.
En iyi kadın oyuncu ödülü ise Fas filmi “Volubilis”teki rolüyle Nadia Kounda’nın oldu. Film, tam bir Bekçi Murtaz öyküsüydü. Kraldan çok kralcı bir alışveriş merkezi güvenlik görevlisi, kendisine verilen görevi ciddiye alıp, zengin bir adamın karısını hizzaya sokmaya çalışır. Güvenlil görevlisinin başına her türlü bela gelir tabii. Polis dayağı, aşağılanma, işten atılma… Adamın intikam çabası da başarısızlığa mahkumdur. Volubilis iyi niyetli bir film olsa da fazlasıyla basite indirgemeci bir filmdi. Fakat Nadia Kounda ödülünü hak ediyordu.
En iyi Arap filmi ödülü yine fazla sıradan ve nostaljik Fotokopi’nin oldu. En iyi belgesel ödülü ise geçen yıl İstanbul Film Festivali’nde izlediğimiz “Ben Senin Zencin Değilim”e gitti. BSZD doğrusu beni hayal kırıklığına uğratan bir film olmuştu. Hakkında duyduğum o kadar övgüden sonra, James Baldwin hakkındaki bu belgesel bana sürekli aynı şeyi söyleyerek kabak tadı vermişti.
Ödüllü filmler dışında iki filmden daha söz etmek isterim. Birincisi Jean Michel Cousteau’yu yönetmen koltuğunda gördüğümüz “Denizin Harikaları” adlı 3d (üç boyutlu) belgeseldi. Üç boyuttan genelde nefret ederim ama teknik, bu filmde muhteşem bir etki yaratıyor. Deniz canlılarına merak duyanlar kaçırmamalı.
Diğer film ise konulu bir uzun metraj film: Kantemir Balagov’un “Yakınlık” adlı film, Kabardey bölgesindeki Yahudi azınlık bir ailenin maruz kaldığı olayları anlatıyor. Irkçılık, etnik şiddet, aile içi gerilimler… Balagov’un filmi çok sert ve etkileyici.. Umarım görme şansı buluruz.