TARİH: 23 Eylül 2006
GAZETE/DERGİ: Birgün
Cüneyt Cebenoyan, bu akşam sona erecek Altın Portakal Film Festivali’nin ses getiren yerli ve yabancı filmlerine yakından bakıyor.
Açılış Gecesi’nde Yılmaz Erdoğan’ın tek kişilik şovu keyifliydi. Erdoğan konuşmasında geçen yılki jüri deneyimini, Hollywood’a gidişini vs tatlı tatlı ama eleştirilerini de katarak anlattı.
Tabii açılışın yıldızı Faye Dunaway’di ve Erdoğan ona da her fırsatta ‘sataşmayı ihmal’ etmedi. Bu yılki organizasyon geçen yıla göre sanki biraz daha sorunlu. Kimileri festival kartlarını almakta sorun yaşadılar, festival kataloğu geç ulaştı, basın odası geç açıldı vs. Ama en ciddi şikâyet yönetmenlerden geldi. Yarışmadaki Türk filmlerinin gösterildiği salonun projeksiyonu sorunluydu. ‘Kader’in yönetmeni Zeki Demirkubuz bu filme çok para harcadığını söyledi ve emeklerinin karşılığını perdede göremediğinden yakındı. Sesteki aksaklıkların yanı sıra görüntüde filmin çekildiği formata uygun değildi. Demirkubuz festivalde öncelikle bu konuya para harcanması gerektiğinin altını çizdi. ‘Eve Dönüş’ filminin yönetmeni Ömer Uğur da aynı konudaki şikâyetlerini film başlamadan söyledi. Seyirciden projeksiyondan kaynaklanabilecek sorunlardan dolayı özür dileyen Uğur, festival yönetiminin de kendilerinden özür dilemesini beklediğini belirtti. Antalya Atatürk Kültür Merkezi’nin rahatsız koltukları dahil bir yenilenmeye ihtiyacı olduğu açık. Ama sonuç olarak (fırtınada yaşananları dışarıda tutarak) festival başarılı geçiyor ve Türk filmlerinin kalitesi seyirciyi memnun ediyor. Ayrıca bu yıl seyirci sayısında belirgin bir artış var.
YABANCI FİLMLER
Bükreş’in Doğusu
Katalogla ilgili bir soruna örnek. Film katalogda var ama bulmak için detektiflik yapmak gerekiyor çünkü adı farklı girilmiş. “Bükreş’in Doğusu” Romanya’da Çavuşescu rejimi yıkılırken küçük bir kentte neler olduğunu sorgulayan bir televizyon programını merkezine alıyor ve çok başarılı bir toplum portresi çiziyor. Televizyon kanalının sahibi ve programın yapımcısı ‘Bizim kentimizde devrim oldu mu?’ sorusunu soruyor konuklarına. Yani rejimin çöktüğü belli olmadan önce başkaldıran kimse var mıydı yoksa insanlar sokaklara Çavuşescu’nun düşüşü kesinlik kazandıktan sonra mı dökülmüştü? Yalanlar, ikiyüzlülükler, sosyalist dönemin iyi yerlere konuşlanmış bürokratlarının sonradan da nasıl başarılı kapitalistlere dönüştükleri ironik bir dille ve son derece kısıtlı bir bütçeyle bu kadar anlatılabilir.
Kağıt Mavi Olacak
Yine Romanya’dan ve yine devrim’e, yani Çavuşescu rejiminin çöküşüne dair bir film. Bu kez olaylar tam da rejimin çökmekte olduğu ve kim kime dumduma bir ortamda geçiyor. Milis kuvvetleri içinde yer alan genç bir asker birliğini terk edip direnişçilere katılıyor. Ama hain zannediliyor ve esir alınıyor.
Komutanı ise ikilem içinde, hem görevine sadık kalmak ve başını belaya sokmamak istiyor hem de rejimi gönülden savunamıyor. Film iki tarafa da mesafeli bir bakışla bakıyor ve kaybedenlerin ne yazık ki hep idealistler olduğunu gösteriyor. Romanya sineması anlaşılan güçlü bir çıkış içinde.
Kış Vakti
İşçi olmaktan çok beat kuşağının bir üyesine benzeyen bir kahramanı var ‘Kış Vakti’nin. Çalışmayı sevmeyen sorumsuz kahramanımız yeni geldiği kentte, kocası iş bulmak için şehri terk ettiği için kızıyla birlikte yalnız yaşayan bir kadınla tanışıyor. “Koca’nın öldüğü haberi gelince serbest kalan kadınla da evleniyor. Ama karakter kolay değişen bir şey değil ve kahramanımız işinde dikiş tutturmayınca kadın için tarih tekerrür edecek gibi gözüküyor. Filmin kadını hemen hemen hiç odağına almayışı ve çiftin ilişkisini geçiştirişi en büyük kusuru. Ama ‘Kış Vakti’ yine de eli yüzü düzgün sayılabilecek bir film.
İşgal Altında
Katalogda okuduklarımdan Vietnam Savaşı’nın halkta yarattığı travmayla ve güncel göndermeler içerebileceği kanısıyla filme gittim ve bu uğurda iki Türk filmini (‘Araf’ ve ‘İki Süper Film Birden’i) pas geçtim. Karşıma ABD yanlısı bir film çıktı.
Filmin Amerikan işbirlikçisi kahramanı kendisini tutuklayan gerillalara ‘özgürlük’ konusunda ders verirken çıkış kapısına yönelmiştim bile. Filmin yönetmeni Vietnamlı bir ad taşıyor ama nerede doğup büyüdüğüyle ilgili bir bilgi katalogda yok.
Ölesiye Aşk
Fransa’nın cinsel konularda en geniş mezhepli ülkelerden biri olduğu düşünülür. Ama kazın ayağı pek öyle değil. Bir kampingde orta yaşı aşmış evli bir adamla genç bir kız birbirlerine aşık olunca Fransa’nın tutucu yüzüyle karşılaşıyorlar. Gerçek bir olaydan yola çıkan film yakında sinemalarımıza gelecek.
YERLİ FİLMLER
Aura
Aura’nın başta adı bir sorun. Ne anlama geldiğini sadece seyircilerin çoğu değil ne yazık ki filmin başrol oyuncusu da bilmiyor. Filmde Haydar karakterini oynayan Gani Rüzgar Şavata ‘aura’nın ‘aşktan da öte bir aşk’ demek olduğunu söyledi ama sözlüklerde böyle yazmıyor. Yaratıcı bir yorum deyip geçelim ama filmin tek sorunu bu olsa keşke. ‘Romeo ve Jülyet hikayesi yine karşımızda. Yezidi bir kızla Alevi bir erkeğin aşkı konumuz. Erkeğin cemaatiyle yaşadığı tek sorun sevdiği kız değil, abisinin işlediği bir suçu da üstlendiği için cemaatten dışlanması söz konusu. Kızın ölümcül bir hastalığı var ve bir gece krize giriyor. Adam kızı hastane ye taşırken müze soyguncularıyla karşılaşıyor. Biraz aşk, biraz ölüm kültleştirmesi (Yılmaz Güney’i çağrıştırıyor), biraz müze soygunu gibi bir güncel hikaye ama hiç biri olmamış.
Kader
Zeki Demirkubuz’un ‘Masumiyet’teki meşhur monoloğunun filmleşmiş hali. Oyuncular başta Ufuk Bayraktar olmak üzere çok başarılı. Aşk ve delilik neredeyse özdeşleşiyor filmde. Zeki Demirkubuz’un yönetmenliği çok iyi. Seyirciyi alıyor ve orta sınıf esnaf dünyasının, pavyon hayatının, gündelik şiddetin ortasına bırakıyor. Demirkubuz’un tasvir ettiği dünya o kadar tatsız, o kadar ikiyüzlü, o kadar sevgisiz ki filmin aşıklarının takıntılı ve hastalıklı aşkları asil bir nitelik kazanıyor. ‘Kader’ hem hayranlık uyandıran hem de sevmekte zorluk çekilebilecek bir film. Bence jürinin tercihi ‘Kader’ olacak.
Cenneti beklerken
‘Cenneti Beklerken’i seyredenler ikiye ayrılmış gibi görünüyor. Filmin görselliğine, çok katmanlılığına hayran olanlar ve ‘peki ama bu film ne anlattı?’ diyenler. Derviş Zaim ilk filmi ‘Tabutta Rövaşata’nın yalınlığını çoktan terk etti. Bu filmde doğu batı gerilimi ve iki dünya görüşünün, iki estetik anlayışının etkileşimi ve çatışması; iktidar-sanat/sanatçı ilişkileri, oğul kaybı teması, istemediği bir işi yapmak zorunda kalan bir adamın dramı ve daha birçok şey var. Zaim’in entelektüel derinliği ve minyatürden yola çıkarak bir estetik kurma çabası hayranlık verici. Ama ‘Cenneti Beklerken’in dramatik belkemiği zayıf ya da bana göre değil. Ama önemli bir çalışma olduğunu herkes teslim edecektir.
Eve dönüş
Büyük erdemleri ve önemli kusurları olan bir film. Filmin başlangıç bölümü (şöyle 15-20 dakikalık bir bölümü sanırım) ciddi bir hayal kırıklığıydı. Diyaloglar, oyunculuklar çok aksıyordu. Ama sonra film bizi avucunun içine almayı başardı ve sonunda pozitif bir duyguyla sinemayı terk ettik. Sıradan, apolitik bir işçinin bir ihbar sonucu tutuklanıp işkenceye alınmasını ve hayatının kaymasını anlatıyor “Eve Dönüş”.
Dönem 12 Eylül’ün hemen öncesi ve sonrası. Doğrusu halkımızın kötülüğü bu filmde bana mesela ‘Kader’dekinden daha fazla dokundu. (Şimdi ‘halkın gazetesi’nde bunu yazmak ne kadar doğru bilemiyorum ama!) Haksız yere bile olsa düşene bir tekme daha atanlar, devrim yolunda başkalarını harcayabilen solcular, hepsi var. Ama işkenceye sonuna kadar direnenler de var. 12 Eylül’e bodoslama dalan, cuntacıları hak ettikleri yere koyan ve sonuç itibarıyla içimize su serpen bir film ‘Eve Dönüş’. Onlar hala saygın konumlarını koruyorlar ve daha çok sayıda ‘Eve Dönüşler’e ihtiyacımız var.
İklimler
Nuri Bilge Ceylan’ın heyecanla beklediğimiz filmi doğrusu tatmin etti. Ceylan kötülüğün özellikle de kendi ruhunun kötülüğünün hesabını filmlerde yapıyor. Ama bu Ceylan’a özgü bir kötülük değil. Filminin kahramanları çok da uzağımızda değil, birçoğumuz için aynaya bakmak yeter. Atomize olmuş, kendi egosunu tatmin emekten başka bir şey düşünmeyen entelektüeller, yürümeyen ilişkiler, bencillikler, bencillikler, bencillikler. Ama en çok da erkek bencilliği. Ceylan filmlerinde hep kendisine ve yakın çevresine bakıyor ve bildiğini iyi anlattığı için bunda bir sorun da yok. Ceylan sineması için değil ama bütün bir 12 Eylül sonrası entelektüel kuşağı için dileğim biraz kabuklarından çıkabilmeleri. Çıkabilmemiz. “İklimler” sonuç olarak oldukça iyi bir film.
Takva
“Takva”yı beğenenler ve iddialı görenler çoğunlukta ama onlara katılmıyorum. “Takva” gerçekten de iyi başlıyor. Dünyevi arzularını bastırıp kendini dine adamış bir adamın dönüşümünü anlatıyor film. Ama filmin kahramanı bağlı olduğu tarikatın muhasebeceliğine ya da tahsildarlığına getirildikten sonra çelişkiler yaşamaya başlıyor. Tarikat için kira geliri toplamak, ahlaki ve dinsel duygularıyla çelişen durumlar yaşamasına neden oluyor.
Ayrıca yeni konumu ona bir anlamda sınıf atlatıyor. Buraya kadar iyi ama kahramanımızın düşüşü çok hızlı gerçekleşiyor. Rüya sahnelerinin filmin estetiğine uymaması, düşüncelerin fazla geveze biçimde anlatılması ve hatta zikir sahnelerinin turistik kokusu filmi zedeliyor. Reha Erdem ‘Kaç Para Kaç’la benzer bir dönüşüm geçiren bir karakteri ele almış ve daha iyi bir film yapmıştı.
Festivalin en iyi filmi hangisi derseniz tek bir filmle yanıt veremiyorum. ‘Kader’. ‘İklimler’ ve ‘Eve Dönüş’ en iyileriydi. Ama ipi ö‘Kader’ göğüsler derim, kim kazanacak derseniz.