TARİH: 16 Ocak 2010
GAZETE/DERGİ: Birgün
Filmin sonu, bir ailen var mı yok mu, yalnız mısın değil misine bağlanıyor ve kapitalizmin cellatlarına, tetikçilerine sempati üretmekten öteye gitmiyor
Biraz tecrübeli bir sinema izleyicisine şöyle bir kahraman tarifi çizsem: “Filmin kahramanı başta yalnızdır. Aileye, arkadaşlığa, dostluğa, kısacası kalıcı hiçbir bağa inanmaz. Sabit bir evi bile yoktur nerdeyse.” Ve sonra sorsam, “bu filmin kahramanının inançları filmin sonunda nasıl olacaktır?” diye.
Alacağım cevap “kahramanın inançları sarsılmış olacaktır. Sevmenin ve sevilmenin, kalıcı ilişkiler kurmanın değerini anlayacaktır”, şeklinde olacaktır. ‘Aklı Havada’ işte bu formüle uyan bir film. Bir farkı var gerçi, klasik formülden bir miktar sapıyor ve kahramanını finalde kelimenin tam anlamıyla havada bırakıyor ama sonuçta ‘sev, sevil, aileye inan’dan da başka bir şey de söylemiyor. Film, ele aldığı konu itibariyle kapitalizme, krize, sınıf ilişkilerine dair radikal şeyler söyleme şansına sahipken bunu kullanmıyor.
KAPİTALİSTLERLE EMEKÇİLER
Dünyanın en cazip erkeğini yani George Clooney’yi hangi rolde oynatırsanız oynatın daha baştan kahramanınıza karşı yoğun bir sempatiyle işe başlamış olursunuz. Clooney’nin olduğu bir filmde ondan daha cazip, daha ‘cool’, daha seksi biri olabilir mi? Olamaz! Zaten film de Clooney’nin karakterini çok cool olarak tasvir ediyor başta. Had safhada profesyonel, son derece etkin ve yetkin bir iş adamı olan Ryan Bingham’ı tanıyoruz. Bingham’ın çalıştığı şirketin işi “işten adam atma”. Bingham da şirketin en iyi adamı (tetikçisi, celladı, ne derseniz deyin). Post-modern üretim döneminde işler nasıl taşeron şirketlere havale ediliyorsa işten atmalar da taşeron şirketlere havale edilmiş meğerse.
Bingham insanlara kovulduklarını güzel bir biçimde ambalajlayarak söylüyor, onları iş bulmalarında yardımcı olacakları vaadiyle kandırıyor, Tekel işçilerine önerilenin benzeri paketlerle yatıştırıyor ve yeni maceralara atılıyor. Bir yandan uçuş milleri toplarken diğer yandan da kendisi gibi bir iş kadınıyla otellerde başlayan bir ilişki yaşamaya başlıyor. Bingham yaptığı işe dair ahlaki bir problem yaşamıyor. Krize girmesi ahlaki nedenlerle değil, işin şeklinin değişmesi kaygısıyla oluşuyor. İşe yeni bir kadın çalışan giriyor ve işten atmaların yüzyüze değil, telekonferansla halledilmesini öneriyor. Böylece uçak masraflarından tasarruf edilecektir.
Bir anda Bingham insani, yeni işe giren kişi gayrı-insani bir niteliğe bürünüyor. Bingham’ın tek derdi ise bir büroya çakılıp kalmak. Yoksa insani, gayrı-insani falan takıldığı yok. Bu yeni kadının ise aslında filmin en insani karakteri olduğunu sonradan anlıyoruz. Fakat, kendisi her zaman bir karikatür gibi davranıyor. Bingham ve sevgilisinin cool’luğunun yanında o, pek de önemi olmayan çocuksu bir karakter olarak kalıyor. Sonunda bir anlamda Bingham’a yenilmiş de oluyor. Bingham zafer kazanıyor ama o da hayatının ne kadar boş olduğunu anlıyor. Fakat mesele iş, işten atma-atılma, sömürü falan değil. Fakat sonuçta mesele bir ailen var mı yok mu, yalnız mısın değil misine bağlanıyor. Sonuçta kapitalizmin cellatlarına, tetikçilerine sempati üretmekten öteye gitmiyor ‘Aklı Havada’. Modern infaz yöntemleri yerine, geleneksel infaz yöntemlerini yeğliyor bir yandan da. Ama işten atanlarla, işten atılanlar, kapitalistlerle emekçiler arasındaki çelişkiye teğet geçiyor. Teğet geçmek, hiç dokunmamaktan iyidir denilebilir tabii ki.