TARİH:  28 Temmuz 2007

GAZETE/DERGİ: Birgün

Özgürlüğün mü paranın mı? 

Orjinal Adı: Goodbye Bafana Yönetmen: Bille August Oyuncular: Joseph Fiennes, Dennis Haysbert, Türü: Biyografi, Dram, Tarihi Ülke: Almanya, Belçika, İngiltere, Lüksemburg, Güney Afrika 

Vasat oynanmış, vasat sahnelenmiş, vasat bir film. Palavracı bir gardiyanın terfilerle |dolu. Mandela sosuna bulanmış, inandırıcılıktan yoksun yaşam öyküsü de diyebiliriz. 

Özgürlüğün Rengi’nin, Nelson Mandela’nın gardiyanının ‘sözde anıları’ üzerine kurulu olduğunu, Mandela’nın söz konusu anı kitabının yazarı James Gregory için büyük bir hayal gücüne sahipmiş” dediğini belirtip bir süreliğine başka bir filmden, bu yıl İstanbul Film Festivali’nin NTV Belgesel Kuşağı bölümünde gösterilen ‘Büyük Satış’ adlı filmden söz edelim. Söz konusu belgeselde İngiltere, Bolivya, Filipinler ve Güney Afrika’daki kamu şirketlerinin özelleştirilmesinin yoksul kesimlerin hayatını nasıl etkilediği araştırılıyordu. IMF ve Dünya Bankası’nın dayattığı bu politikalara biz de yabancı değiliz. Güney Afrika’yla ilgili bölümde elektrik şirketinin özelleştirilmesinin ardından halkın nasıl zor duruma düştüğü, elektriksiz kaldığı ve fahiş fiyatlar ödemeye zorlandığı anlatılıyordu. 

Kâğıt üzerinde eşitlik 
Film, siyah bir komünist eylemcinin elektrik şirketinin sayaçlara koyduğu mühürleri kırarak elektriksiz kalan insanları yeniden elektriğe kavuşturmasını da gösteriyordu. Bu eylemcinin akıbeti ise korkunç oluyordu. Mandela’nın ‘özgürleştirdiği’ Güney Afrika’da halkın çıkarlarını savunan siyahların kaderi eskisinden farksızdı: Ya kayboluyorlardı ya da cesetleri bir çöplükte bulunuyordu. 

Zamane azizi Nelson Mandela’nın partisi Afrika Ulusal Kongresi (AUK) iktidara geldikten ve ırkçı ‘apartheid’ rejimi sona erdikten sonra Güney Afrika’da siyahlarla beyazlar arasında kâğıt üzerinde eşitlik sağlanmıştı. Pratikte bazı siyahlar zenginleşmişti gerçekten de ama çoğunluğun yani siyahların durumu Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre bugün daha da kötü. Peki ama, “Özgürlüğün Rengi’nin de iddia ettiği gibi Mandela’nın özgürleşmesi mutlu son değil miydi? Anlaşılan mutlu son sadece ulusal ve uluslararası sermaye için geçerliymiş. 

Apartheid rejimi içinde meşru görüntüsü veremeyen ve AUK’nin terörist yöntemler de içeren eylemlerinden yılan sermaye galiba bizlere büyük bir şov sergiledi ve sergilemeye de devam ediyor. Mandela’nın özgürleşmesi için düzenlenen Özgür Nelson Mandela Konseri’nden (1988) sonra sahneyi punk’ın efsanevi ismi Johnny Rotten alıp para için yaptıklarını alenen ilan ettikleri Sex Pistols’ın yeniden bir araya geliş konserinin sonunda söylediği ünlü sözlerini söylemeliymiş: “Hiç kendinizi aldatılmış hissettiniz mi?” 

Yaser arafat? 
Ne o konsere katılan sanatçıları, ne Apartheid’in sona erdirilişini, ne de Nelson Mandela’nın mücadelesini küçümsemek istemiyorum. Açıkçası uzmanı olmadığım bir konuda meseleleri çok basite indirgiyor da olabilirim. Ama ‘Büyük Satış’ filmi ve BM istatistikleri, Mandela ve AUK’nin milliyetçiliğe ulusalcılığa ve kimlik politikalarına dayanan söyleminin ekonomideki karşılığının büyük sermayeye teslimiyetten ibaret olduğunu gösteriyor. Demem o ki Apartheid’in sona ermesinden en büyük çıkarı uluslararası sermaye sağladı ve siyahların, işçilerin durumu iyileşeceğine kötüleşti. 

Bir de Mandela’yla paralellik kurulabilecek Yaser Arafat geliyor aklıma. Neden Arafat hakkında da Mandela için yapıldığı gibi filmler yapılmaz mesela? Neden FKÖ ile AUK benzer kategoride görülmez? Neden Batılı Beyazlar Siyah Güney Afrikalılara duydukları empatiyi Filistinliler için duymazlar? Neden Wembley’de Özgür Filistin Konseri düzenlenmez? Galiba sermayenin bunlara ihtiyacı yok da ondan. 

Bu bitmek bilmez söylevden sonra filme gelecek olursak: Şaibeli bir kitaba dayanan filmde Mandela elden geldiğince yüceltiliyor. Siyah dillerinden Xhosa’yi bildiği için Mandela’nın gardiyanı olan Gregory, ne zaman hücresine girse Mandela’yı duvara dönük, ayakta buluyor. Çünkü birisini efsaneleştirmek istiyorsanız, böyle durması çok işe yarıyor. Gregory önce ırkçı görüşlere sahipken, kısa sürede Mandela’nın etkisi altına giriyor. Bütün bu süreç hiç inandırıcı değil filmde. 

Altın palmiyeli yönetmen 

Gregory’nin AUK’nin bildirisini ele geçirmesi ve okuması sırasında yaşanan gerilimler de son derece yapay. Mandela’nın komünist değil, milliyetçi olduğunu söylemesi de filmin kahramanımızın hanesine yazdığı artı puanlar arasında yer alıyor. Gregory’yi doğrunun saflarına geçerken en çok tökezleten engelin karısı olduğunu da not düşelim. Kısacası Mandela’nın 27 yıl süren hapishane macerasının bir bölümünü Gregory’nin gözünden izliyoruz. 

Sinema tarihinin en büyük garipliklerinden biri galiba bu filmin de yönetmeni olan Bille August’un Cannes’da iki kez Altın Palmiye kazanmış olması. Sıradan bir yönetmen için olağanüstü bir durum. ‘Özgürlüğün Rengi’ vasat oynanmış, vasat sahnelenmiş, her haliyle vasat bir film. Palavracı bir gardiyanın terfilerle dolu, Mandela sosuna bulanmış, inandırıcılıktan yoksun yaşam öyküsü de diyebiliriz ‘Özgürlüğün Rengi’ için. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com