Bela Lugosi’li orijinal ‘Dracula’ filmi 1931’de yani kapitalizmin büyük krizinin yaşandığı yıllarda gösterime girmiş. Şimdi de 1929’dan sonra yaşanılan en büyük ekonomik krizle karşı karşıyayız. Ama her şey birbirinin aynı değil, tarih tekerrür ederken değişiyor da. Yeni vampir filmlerinde mekânlar çok daha sıradan eskisine göre. Şatoların yerini sosyal konutlar ve sıkıcı şehirler almış.
“Kan Arzusu’nun kahramanları boğucu bir kumaş dükkânı ve onun üstündeki evde yaşıyor. Din ve haç gibi simgeler vampirlere karşı koruyucu bir işleve sahiptir klasik filmlerde. Kan Arzusu’nda ise vampirin kendisi bir Katolik rahip! Ama bundan yönetmen Park Chan-wook’un (aslında Park Çan-Wuk diye yazmalıyız) Kore Katolizmi üzerine olumsuz bir şeyler söylediği fikrine kapılmayın.
Aksine yönetmen bir röportajında Kore’de Katolikliğin askeri diktatörlükle mücadelede hep en ön saflarda yer aldığını, bu nedenle de oldukça liberal olduğunu söylüyor. Filmdeki karanlık atmosfer ve suçluluk duygusunu, dine değil geçmiş askeri diktatörlüğün bıraktığı tortuya yüklemek gerekiyormuş. Peki vampir niye rahip derseniz, amacının vampir alt-türünü klişelerinden kurtarıp özüne yaklaştırmak olduğunu söylüyor Park. ‘Kan Arzusu’nda vampirler nihayetinde iyice korkunçlaşıyor ama onları cemiyet bu hale getiriyor! Filmin iki vampiri de ezilen ve acı çeken figürler başlangıçta.
KAN İÇEN RAHİP
Ve yine yönetmenin söylediği bir şeyi not emek lazım: Vampirlik Kore’ye yurtdışından geliyor, ithal bir ürün yani. Filmin konusuna biraz değinelim: Genç bir rahip, insanlara yardım edememenin suçluluğuyla Afrika’da tıbbi bir deneye katılıyor. Sonuçta kanına bulaşan virüs onu öldürüyor ama rahip diriliyor. Bu mucize rahibin şifacı olarak görünmesine neden oluyor. Bir gün eski bir arkadaşına şifa veriyor ve derken bu arkadaşının karısına tutulmaya başlıyor. Cinsel arzusuyla birlikte canavarlaşması da başlıyor rahibin. Kan içmeye başlıyor. Ardından arkadaşının karısıyla işbirliği yapıp, arkadaşını öldürüyor. Ama suçluluk duygusu iki sevgilinin hayatını zehir etmeye başlıyor…
Cinsellik ve suçluluk duygusu, cinsellik ve cinayet şüphesiz psikanalitik bir okumaya açık. Rahip tam bir aile ortamına düşüyor ve bir anlamda ailenin bir ferdine dönüşüyor. Ve ardından o aileden bir kadınla ilişkiye geçiyor. Oldukça ensest kokan bir durum yaşanıyor yani. Ve ardından cinayetler ve suçluluk duygusu başlıyor.
Ama ‘Kan Arzusu’ yönetmenin de röportajlarında işaret ettiği başka öğeler de içeriyor. Vampirizmin ithal oluşu, askeri diktatörlüğün tortuları, sömüren-sömürülen ilişkisi gibi. Bütün bunların sonucunda derdine odaklanamamış, dolambaçlı yollara sapmış ve gösterişli ama gereğinden fazla uzamış bir film çıkmış. Ayrıca kahramanlarımızın ruh halleri de insanda derin analizler yapma arzusu uyandıran bir biçimde verilememiş. Bütün bunları söylerken ‘Kan Arzusu’nun yine de ortalamanın üstünde bir film olduğunu belirtmeliyim. Zaten filmin son Cannes Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü var. Filmin Emile Zola’nın ‘Therese Raquin’ adlı eserine dayandığını da belirteyim.
KURT ADAM: Babalar, oğullar ve cinayet
Orijinalini hatırlamadığımdan iki filmin benzerlik ya da farklarından söz edemeyeceğim. Film 19. yüzyıl sonlarında geçiyor. Karmaşık bir aile içi aşk, seks ve cinayet fantezisi anlatılıyor filmde ve kötülüğün kaynağı yine yurtdışı. Tıpkı haftanın diğer filmi Kan Arzusu’nda olduğu gibi Kurt Adam’da da virüs dışarıdan geliyor. Bu kez hastalığın getiren zengin ve güçlü bir soylu ve de bir aile babası olan Sir Talbot.
KLASİK BİR KONU…
Talbot ailesinin bütün fertleri babanın saçtığı zehirden ya da dehşetten nasiplerini alıyor. Aynı kadını arzulayan erkekler bir evde yaşarlarsa başlarına neler geleceğini iyi biliyoruz. Hem kadınları hem de erkekleri korkunç bir savaş bekliyor ve bu savaştan kimse sağ çıkmıyor. Babalar ve oğullar arasındaki bu ebedi savaşta kadınlar değişiyor ama savaşın şiddeti değişmiyor. ‘Kurt Adam’ fena film değil.
Klasik bir konuyu fazla derine inmeden düzgün bir şekilde anlatıyor. İyi oyuncu kadrosu da film gibi ne sırıtıyor ne de derin izler bırakıyor. ‘Kan Arzusu’ kadar orijinal değil ama ondan daha derli toplu bir film ‘Kurt Adam’.